Şiir şairin rüyasıdır. Rüya da yoruma, yani tabire muhtaç haliyle şiirin nüvesi…
Japon ilerlemeciliğinden bahsedilirken şöyle bir hikaye anlatılır;
İlkokul öğrencilerine, “üzerinize gelmekte olan bir kurşunu nasıl durdurabilirsiniz” diye sormuşlar.
Aldıkları çeşit çeşit, uçuk kaçık cevaplar üzerinde, çocuk saçması demeden uzun uzun düşünmüşler.
Şiir yorumlar, rüya tabir eder gibi…
En beğendikleri cevap şu olmuş;
“Üfleyerek!”
Çocuk aklı, üzerine gelmekte olan kurşunu, masumiyetine ve saflığına uygun halde ‘üfleyerek’ durdurabileceğine düşünüyor.
‘Olur mu, olmaz mı’ derken, havayı yararak süratle yoluna devam eden kurşunun karşısına, onun süratine denk ya da daha güçlü bir hava hareketi konulursa durdurulabileceği veya yön değiştirebileceği sonucuna ulaşmışlar.
Çocuk aklının yetişkinlerin dünyasına pek uygun olmayan davranış ve düşüncelerinden, yetişkinlerin dünyası için belki savunma ve belki de saldırı merkezli bir bilimin çekirdeğini bulup çıkarmak.
Çocuğun dünyasını, mantığın matematiğin hakim olduğu yetişkinlerin dünyasına irca etmek.
Bu yazıdan ‘Japonların kültürünü değil fennini alalım’ gibi bir sonuca varmayalım sakın!
Fen yani bilim dediğimiz şey kültürün damıtılmasıyla elde edilen bir neticedir.
Bir adım daha ileri, kültür ile bilim irtibatlıdır ve insanın yazdığı şiiri, gördüğü rüyayı yorumlayarak anlaşılabilir veya kullanılabilir hale getirmektir.
Bizden de bu durumun tam tersi bir hikâye;
Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca bir gün ablasını ziyarete gitmiş.
Yeğeni “iyi ki geldin dayı, öğretmenimiz senin bir şiirini açıklamamızı istemişti” demiş.
Oturmuşlar, Dağlarca kendi şiirini, yeğenine uzun uzun anlatmış.
Yeğeni dayısının anlattıklarını ödev defterine yazmış.
Ve sonuç;
Bir sonraki gelişinde herkes onu görünce gülmeye başlamış.
“Ne var, ne gülüyorsunuz” diye sorunca;
“Ne olsun?” demiş ablası; “Çocuk sınıfta kalıyor, öğretmen sıfırı basmış.”
Bir Japonların çocuğun ağzından çıkan bir cümlelik cevaptan devşirdiği ilme bakın bir de bizim öğretmenin otoriter ve statükocu tavrına bakın..
Fazıl Hüsnü Dağlarca yeğeninin ödevini yaparken kendi şiirini, kim bilir hangi çocukça metaforlar, mitolojik unsurlar kullanarak yorumladı yani tabir etti.
Öğretmen ise bu metaforları şiirde göremediği, bulamadığı yani şiirden böyle bir tabir çıkaramadığı için ödeve sıfırı bastı.
Öğretmenin, şairin şiir gücüne ulaşması beklenemezse de, şairin çocuğun hayal dünyasına uygun olarak yorumladığı metne eğilmesi, anlayabilmesi, olmadı anlar gibi olması beklenebilirdi.
Bir öğretmenin özellikle ve hiç olmazsa anaokulundan ilköğretime kadarki eğitim aralığında, şiir okuyan, okuduğu şiiri anlayıp yorumlayabilecek, hayal gücünü sınırlandırmamış insanlardan seçilmesi gerekiyor.
Okulların fiziki yeterliliğine gösterilen hassasiyet, eğitimcilerin manevi olarak yeterli hale getirilmesi için de gösterilmeli değil mi?
Son olarak, en isabetli rüya tabiri yapan Hz. Ebu Bekir Sıddık.
Sıddıkun da rüya meleğinin adı.
Bir de aforizma; Medeniyetimiz, şiir yorumundan ve rüya tabirinden neşv ü nema bulmuştur.