Anadolu karakterli, bozkır çocuklarıydı bizim kuşağımız. Anadolu’nun ücra ve tenha köylerinde kerpiçten köy evlerinde, idare ışığı altında köyün yaşlı ve müşfik ninelerinin ellerinde dünyaya gelen son kuşağız muhtemelen.
Tarlalarda iki büklüm çapa yaparken doğum yapan analarla, ırgat doğan çocukların coğrafyasıdır Anadolu. Çetin ve müşkül şartlar altında gerçekleşen her doğum sonrası dışarda kan ter içinde bekleyenlere verilen ilk haber “kurtuldu!” kelimesi olurdu. Anadolu’nun zor yıllarında bir ana için doğumdan kurtulmak kolay değildi. Nice analar var ki daha ilk bebeğine sarılıp koklayamadan yumdular gözlerini dünyaya. Ve hem öksüz hem ana katili ikliminde büyüdü kimi talihsiz bozkır çocukları…
SİBER ÇOCUKLAR KUŞAĞINI YAŞIYORUZ
Şimdi çocuklarımız hastanelerin konforlu odalarında süslü püslü, resmi karşılama törenleri niteliğinde hazırlıklarla geliyorlar dünyaya. Amerikalarda, İngilterelerde planlanan özel vatandaşlık ödüllü doğum planlamalarını mevzu bahis etmeyelim bile.
Baharlara hasret şehirlerin, gri ve soğuk beton apartmanlarında büyüyüp ayakları toprağa değmemiş, taşa takılıp dizleri yara bere görmemiş soyut, sanal, siber çocuklar kuşağını yaşıyoruz şimdilerde.
Şiir yazamayan, aşık olamayan, meşakkat çekemeyen, bahar yağmurlarına, yağmur sonrası toprak kokularına yabancı, hazan mevsiminde hüznü, bahar geldiğinde sevinci hissedemeyen metalik ve mekanik bir kuşağın talihsiz çocukları yeni nesil.
Sanayileşme ve şehirleşmenin oluşturduğu karşı konulamaz savrulma, sanal ve soyut bir nesil koydu önümüze. Önce bize nesiller arası değerler aktarımını yapan ninelerimiz ve dedelerimizden koptuk. Sonra da analarımızdan ve babalarımızdan.
Yedikçe daha da acıktıran modern çağ bizi ihtiyaçlarımızın esiri haline getirdi. Konfor ve lüks önce bedenlerimizi ele geçirdi sonra ruhlarımızı. Refahımız arttıkça değerlerimizle mesafemiz daha da artı ve derinleşti. Hayatımız kolaylaştıkça biz zorlaştık, mutluluğumuz, huzurumuz azaldı.
Engin okyanuslarda tutulduğumuz yıkıcı kasırgalardan kaçıp sığınabileceğimiz bir sütliman rıhtım olan analarımızı, babalarımızı, dedelerimizi ve ninelerimizi sözüm ona “huzur evleri” denilen tecrit kamplarında yaşam sürmeye mahkûm ettik.
Şehirlerimizde içinde sinemalardan spor salonlarına barındırdığı imkânlarla 5 yıldızlı hotel konforunda muhteşem huzur evleri inşa ettik. Aslında bu sözde huzur evlerini onların huzurları için değil kendi huzurlarımız için inşa ettik. Tüm ihtiyaçlarını en kaliteli şekilde karşılarsak onları mutlu edeceğimize inandırdık kendimizi. Oysa asla giderip, karşılayamadığımız ve merhem olup kapatamadığımız bir yaraları vardı. Yalnızlık!
RUHLARIMIZI VE NESİLLERİMİZİ KİRLETEN HUZURSUZ EVLER
İçinde boğuldukları yalnızlıklarını, kimsesizliklerini daha da derinleştirmek pahasına sırf evlatları mahzun olmasın, huzurları bozulmasın diye gizleyerek fil mezarlığında ölümü bekleyen fil haleti-i ruhiyesi ile saat ve gün saydılar geriye doğru. İvedi ölüm hayalleri kurdular sözüm ona huzur evlerinde…
Şehirlerde yıkılması gereken ilk yerler ne AVM’ler ne de çevreyi kirleten fabrikalardır dostlar. Ruhlarımızı ve nesillerimizi kirleten huzursuz evlerdir…
Yaşlıları huzurevlerinde yaşam süren şehirler ruhlarını yitirmiş şehirlerdir.
Şimdi yaklaşan bir Ramazan Bayramımız var. Tatil süresi de uzun olunca tercih edilen ilk seçenek bayramı güneyde bir tatil beldesinde geçirmek oluyor. Bize hissettirmedikleri kahredici yalnızlıkları içinde ya evlerinde ya da huzursuz evlerinin soğuk duvarları arasında torunlarını özleyen gözleyen annelerimizi ve babalarımızı ihmal edip tatil beldelerinde bayram yapmak Ramazan’ın ruhuna tamamen aykırıdır. Ve unutmayalım ki Allah buna razı gelmez…
RABBİM BİZİ ANA VE BABALARININ
RAZI OLDUĞU EVLATLARDAN KILSIN
Vakit varken, eğer hayattalarsa günah çağının tüm zorlukları ve meydan okumaları içinde cennete giden en kısa ve en kestirme yol olan anne ve baba rızasını alma fırsatını kaçırmayın.
Bir arkadaşımın annesinin irtihaline tanıklık etmiştim. Orada bulunan bir büyüğümüz arkadaşımıza vefat etmiş annesinin ayağının altını öpmesini tavsiye etti. O gün o manzara karşısında bir şeye karar verdim. Annem vefat etmeden hayatta iken ayağının altını öpme sözü verdim kendime. O günden bu yana gizlice bulduğum her fırsatta annemin ayağının altını öpüyorum. O izin vermeyip kızarak ayağını çekse de “Benden cenneti mi esirgiyorsun ey sebebi hikmetim, cennetim” diyerek gönlünü alıyorum.
Ana babası hayatta olan nasipli tüm kardeşlerime tavsiyemdir…
Kaybetmiş olan tüm okurlarımın ana ve babasına ise Rabbimden rahmet ve mağfiret diliyorum. Rabbim bizi ana ve babalarının razı olduğu evlatlardan kılsın ve bizleri cennetin en müstesna köşelerinde tekrar kavuştursun inşallah.
Analı, babalı, huzurlu bayramlar diliyorum…