20’li yaşların başında bir genç olarak, Reis-i Cumhur’un 2023 Gençlik Şura’sında yaptığı konuşmadan muazzam keyif aldım. Erdoğan, değindiği birçok mühim konunun haricinde; gençlerin öğrenebildikleri kadar yabancı dil öğrenmeleri, birçok kültüre birincil kaynaklardan vâkıf olmaları, dünya içinde farklı dünyalar keşfetmeleri yönünde de tavsiyeler verdi.
Haklıydı.
Yerel perspektife çivilenmek, “Yeni ve Büyük Türkiye” idealimizi baltalamaktan başka bir işe yaramazdı. “Ceplerimizde kaybettiğimiz’’ milli meşrebimizi yeniden avuçlarımızın içine koymak istiyorsak, evvela “karşımızdakileri” çözmeliydik. Fıtratlarını, gayelerini idrak etmeliydik. Aidiyet şuurumuzu kirli ve kokmuş raflara kaldırmadan, başka ‘’aidiyet’’leri bütün zenginlikleriyle keşfetmeli, bu keşiflerin bize kattığı güçle nizam vermeliydik âleme…
Erdoğan daha da ileri gitti lisan hususunda. Memleketteki kartondan intelijansiyanın ve bunların vasıfsız şakşakçılarının Batı’nın karanlık çağlarına meydan okuyan bir fikir yobazlığıyla küçümsedikleri, kıymetsiz gördükleri Osmanlıca’ya getirdi meseleyi. Şahsım adına dil öğrenme mevzuundaki en celp edici nokta da buydu.
‘’Osmanlıcayı en azından yüzünden okumasını bilmeniz gerekiyor. Eğer siz 600 yıllık kitaplarımıza, belgelerimize, kitabelerimize Fransız kalırsanız, Fransızca bilmeniz bir işe yaramaz. Böylesine büyük bir birikimi kullanamayan gençlerimizin arzu ettiğimiz köklü ve derin duruşu sergileyebilmeleri çok zordur.”
Böyle seslendi Erdoğan, gençlere.
Nitekim konuşmasında da değindiği; kalb-i selim, zevk-i selim ve akl-ı selim gibi medeniyet tahayyülümüzün üç temel olgusunu da ancak, zerre israf etmeyerek emmemiz gereken öz mirasımızla barışmak suretiyle şuurlaştırabilirdik.
Babasını beğenmeyip, arkadaş ortamında kötüleyerek kendine hür ve yüce bir şahsiyet biçmeye çalışan serseri ergenler gibiydik yüz yıldır. Yavaş yavaş büyümeye başladık. ‘’Kötü arkadaşlar’’ üzerimizdeki etkisini yitirmeye başladı. Kendimiz olmanın hazzına varır gibi olduk. Ama bir şeyler eksikti işte…
Haritalarımız yırtılmış, rotamız saptırılmış, gemilerimiz yakılmıştı.
Nasıl toparlanacaktık?
Kendi hazinemiz, hapsolunduğumuz kurak toprakların en derinine gömülmüş, bizi bekliyordu. Ne var ki zincirlere bağlıydık on yıllar boyu. Şimdi o zincirleri erittik. Artık haritalarımızı yeniden çizmek, rotamızı yeniden doğrultmak ve gemilerimizi yeniden inşa etmek zamanı. Bunun da yolu, büyük bir sabırla üzerinde yaşadığımız çoraklığı deşip, bize ait olan cevheri gün yüzüne çıkartmaktan geçiyor.
Osmanlı medeniyeti, topyekûn ilim, irfan ve ahlâk telakkisiyle işte bu cevherdir. Osmanlıca da; bu cevheri, üstüne örtülen zifiri karanlıktan çekip çıkartacak, kibrit-i ahmerden müteşekkil bir vasıtadır.
Velhâsıl; gençler olarak bizi ve ulvi davamızı gericilik suçlamalarıyla sindirmeye çalışan taassup budalalarına kulak tıkamak, onları perestiş ettikleri cehaletleriyle baş başa bırakmak ve örnek idealimizdeki cihana nizam verici Türkiye’yi, Türkiyeli’yim diyen her ferdin seciyesine lif lif işlemek durumundayız. Bunun için de yüzyıllarca cihana nizam vermiş medeniyet köklerimizi yeniden şahsiyetimize dikip, büyük bir özveriyle çınarlaştırmamız gerekiyor.
Başta kendime ve benim derdimle dertlenmiş bütün gençlere şiar olsun şairin meşhur kelâmı:
Genç adam, at yorganı!
Sana haram, uyuman!