Türkiye, Rusya ve İran, 5 Mart 2021’de Suriye’de 12 yıldır savaşan Esed rejimi ve muhalif gruplar arasında bir ateşkes ilan etti. Ateşkese paralel olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında Soçi, Moskova ve İstanbul’da bir dizi görüşme gerçekleşse de bu görüşmeler, Suriye’deki mevcut durumda bir değişiklik olmasına yeterli gelmedi.
Ateşkesin ilan edildiği tarihten bu yana rejim ve Rus kuvvetlerinin nadiren gerçekleştirdiği bombardımanlar ve terör örgütü PYD/PKK’nın kuzeydeki Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekat alanlarına gerçekleştirdiği sızma operasyonlarıyla düşük yoğunluklu olarak devam eden şiddet, son dönemde dozunu artırıyor.
Rusya, haziran ayında İdlib’in batısındaki Cisr eş-Şuğur beldesi yakınlarında bir pazar yerine düzenlediği saldırıda 16 sivilin ölümüne sebep olmuştu. Geçtiğimiz hafta boyunca ise Rusya ve rejim güçlerinin düzenlediği saldırılarda en az 15 sivilin öldüğü bildiriliyor. Son olarak ise 20 ve 22 Ağustos geceleri, Rus kuvvetlerinin havadan İdlib’e düzenlediği bombardımanlarda beş sivilin öldüğü ve çok sayıda sivilin yaralandığı aktarıldı.
Suriye, mevcut durumuyla buzdolabına kaldırılmış bir sorun olarak beklerken, rejim kontrolü altındaki bölgelerde kötü ekonomik durum ve rejime bağlı militanların işlediği suikastların yanı sıra, bölgeyi ciddi bir uyuşturucu merkezi haline getiren Captagon ticareti nedeniyle protestoların yeniden artması, rejimin geçen son 12 yıllık uygulamaları göz önünde bulundurulduğunda şiddetin yeniden büyük boyutlara ulaşmasına dair endişeleri artırıyor.
İnsani yardım meselesi
Suriye’deki durumun arz ettiği tehlike yalnızca şiddetle sınırlı değil. 17 Temmuz’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) Suriye’nin kuzeyindeki özgürleştirilmiş bölgelere sınır ötesi insani yardım geçişlerini öngören kararın süresinin sona ermesinin ardından BMGK’da yapılan oturumda Rusya’nın veto hakkı kullanması nedeniyle kararın süresi uzatılamadı.
Özellikle 6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkezli olmak üzere yaşanan büyük depremde Suriye’nin kuzeyinde de büyük bir yıkım yaşanması bölgenin insani yardımlara olan ihtiyacını çok daha fazla artırmaktadır. Kuzeydeki bölgelerde ekonomi büyük oranda Türk lirası üzerinden yürüyor. Ancak liranın değer kaybetmesi ve yaşanan enflasyon, Türkiye’dekinden çok daha fazla orada hissediliyor. İnsani yardım akışının da durdurulması hiç şüphesiz enflasyonu ve pahalılığı artıracaktır.
Türkiye, özellikle ateşkes ilan edilmesinin ardından Suriye’den mülteci akışının engellenmesi noktasında ciddi tedbirlere başvurdu. Seçim sürecinde Ümit Özdağ ve çeşitli ultra ırkçı çevrelerin Suriyeli mültecileri hedefe oturtarak toplumsal huzuru tehlikeye atacak gerilimlere sebep olması ve Türkiye’de yaşanan toplumsal huzursuzluk, hükümeti bu konuda daha fazla tedbir almaya itmiş ve mültecilerin geri gönderilmesi meselesini gündemin en önemli maddelerinden biri haline getirmiştir. Burada, yapılan bazı uygulamaların uluslararası kanunlar açısından ciddi zafiyetler gösterdiğini söylemek zorundayım.
Şiddet Türkiye’nin adımlarını boşa çıkarır
Yukarıda çizdiğim tablo ile birlikte düşünüldüğünde Suriye’de rejimin katliamlarla cevap vermesi muhtemel protestoların yeniden büyümesi ve buna paralel olarak Rus kuvvetlerinin kuzeydeki bölgelere yönelik bombardımanları artırmasının yanı sıra insani yardımlara ilişkin kararın uzatılmamasının yol açtığı ağır insanlık krizinin Türkiye’ye doğru göç akışını yeniden tetikleyeceği neredeyse kesindir. Bu da Türkiye’nin mültecileri geri gönderme projesini akamete uğratarak binlerce sivilin canının tehlikeye girmesine sebep olacaktır.
Böyle bir durum karşısında, Türkiye ne yapacak? Suriye devriminin başlangıcında olduğu gibi kontrolsüzce mülteci girişine izin verecek mi? Buna karşılık muhtemel bir şiddet sarmalında kuzeydeki sivillerin hava saldırılarına ve rejime bağlı mezhepçi milis grupların top ateşi saldırılarına karşı korunmaması halinde sınırda daha önce 2021’deki son çatışmalarda da gördüğümüz gibi bir mülteci yığılmasına sebep olacağı ihtimali çok büyüktür. Böyle bir durumda Türkiye, bu sivilleri Rus uçaklarının insafına mı terk edecek?
Meselenin içinden çıkılmaz bir hal aldığı açıkça ortada. Suriye’de 12 yıldır -pazartesi günü 10’uncu yıldönümünü geçirdiğimiz Doğu Guta kimyasal katliamı dahil- binlerce katliam ve savaş suçu işlemiş Esed rejimini ısrarla istemeyen ve devrilmesini talep eden bir halk var. Son zamanlarda devrimin başından beri tarafsız kalan Suveyde’deki Dürzi topluluk ve Esed rejiminin toplumsal tabanını oluşturan sahil bölgesindeki Nusayri topluluğun bile protestolarla rejimin devrilmesini istemesi bunun açık göstergesidir. Diğer yanda ise 12 yıldır ülkenin batmasına, binlerce insanın ölmesine ve milyonlarcasının tehcir edilmesine rağmen koltuktan vazgeçmeyen bir rejim var. Böyle bir ortamda nasıl bir çözüm üretilebilir? Söylemek gerekiyor ki Türkiye’nin önünde ciddi bir imtihan var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, eylül ayının başında Putin ile yüz yüze görüşecek. Bu görüşmede, Rusya’nın adeta bir cendereye düştüğü Ukrayna’daki durumun ve özellikle tahıl koridoru anlaşmasının gündemde olacağı biliniyor. Ancak yukarıda açıklamaya çalıştığım tablo içinde Erdoğan’ın Suriye meselesinde de artık Rusya’dan bir şeyler koparmasının zamanı geldi diye düşünüyorum. Zira bu meselede bugüne kadar hep Rusya bir şeyler kopardı. Ukrayna’daki durumun bu noktada Erdoğan’ın elini ciddi anlamda güçlendireceğini düşündüğümüzde umarız ki yeni bir katliamı ve göç dalgasını engelleyecek ve "Suriye halkı ile Türkiye’nin çıkarına olacak" adımlar atılabilir.