1909’dan başlayarak, 2018’e kadar bir asırdır siyasi hayatımız korkunç kışkırtmalar ile örülüdür. 31 Mart Vak’ası olarak kayıtlara geçen II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi ile makas değiştiren devlet yapısı, günbegün ‘karanlık eller’ üzerinden restore edilen provokasyonlar yaşadı. Uluslararası şebekelerin istediği devlet mekanizması ve millet yapısı türlü tahrikler neticesinde değiştirildi. Provokasyon günlerinde önce fitne ateşi yakılırken; meydanlar, sokaklar akli muhakemeden uzak, ‘serseri mayın’ gibi dolaşan insanlara kaldı.

İşte böyle günlerden biriydi; 63 yıl öncesindeki 6-7 Eylül Olayları da… ‘Yalan haber’ ile azınlıklar hedef hâline getirildi, gayr-i Müslim ev ve iş yerleri tahrip edildi, yağmalandı. Yüzyıllarca bir arada yaşayan insanlar, Türkiye’yi terk etmeye mecbur bırakılırken; toplum mozaiği çatladı, ‘etnik kutuplaşma’ ile kamplaştırıldık. Bugün de hâlâ ‘Türk ve Kürt’ diye bir toplum birbirinden koparılmaya devam ediyor. “6-8 Ekim Olayları” buna açık işaret olabilir.

Sürgündeki Osmanlılar’ı “Efendim, kusura bakmayınız geç kaldık” diye vatanlarına, ezanı aslına döndüren, Türkiye’ye yıllık ortalama ‘yüzde 9’ büyüme kazandıran, elektrik ve su yokken fabrikalar, üniversiteler, yollar yapan, NATO’ya üyelik kazandıran, Kıbrıs’ta ‘Türk varlığını’ kabul ettiren Adnan Menderes’li günlerdeki 6-7 Eylül’de tuzak fark ediliyor.

31 Mart Vak’ası da İngiliz servisi senaryosu ile kurgulanan bir dizayn içermekteydi. III. Ordu’daki avcı taburunda yer alan neferler, ‘kullanıldı’ ve dini değerler tetiklendi. Ayasofya ve Sultanahmet Camii’ndeki öfkeli kalabalık, aslında beynelmilel çıkar gruplarına hizmet etmişti. Abdülhamid Han’ın kudretli idaresi bir ‘provokasyon’ sonunda kaybedilince, bir imparatorluk da yok oldu. Muazzam eğitim seferberliği başlatan, sanayi, ziraat, ticaret hamleleri yapan, telgraf hatları çektiren, demiryolları, köprüler, fabrikalar kurduran ve savunma yatırımları yapan Abdülhamid Han da çökmek üzere olan devleti 33 yıl yaşatmıştı.

Küresel şebekeler, oluşturulan kaos günlerinde gerginliği fırsat bilerek planladıkları tertibi düzene koydular. Gezi Olayları’nda da, 15 Temmuz Kalkışması’nda da şahitlik ettik. 1930’da vuku bulan Menemen Olayı da 31 Mart Vak’ası ile benzerlikler taşıyor; genç cumhuriyeti kontrol etmeyi amaçlayan dış baskıların mizanseni olarak öne çıkıyordu.

2015’te HDP’nin Diyarbakır Mitingi’ndeki ‘bombalı saldırılar’ da bir provokasyon örneği olarak karşımıza çıkıyor. Barış Süreci’ni baltalamaya yönelik kirli tezgâh olan olay, toplumsal kutuplaşma için de meşale taşıyordu. Geçmişte Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta da kitlesel provokasyonlar kovalanırken; gazeteci cinayetleri, fail-i meçhuller ile de tahrikler körüklendi. Tarihe ‘kanlı pazar’ olarak geçen 16 Şubat 1969’daki iç çatışma da derin yapının parmak izlerini taşıyordu ve yıllara yayılacak dehşet verici bir plandı.

Ermeni, Rum provokasyonları, Türk-Kürt etnik ayrışmasıyla, Sünni-Alevi mezhep çekişmesiyle, sağ-sol mücadelesi, kritik cinayetler ve toplu provokasyonlar ile Türkiye’nin ‘sıçrama hamleleri’ hep bir şekilde mutlaka istenilen eşikte tutuldu.