İber Yarımadası’nda bulunan iki devletten birisi olan İspanya’ya birkaç defa gitmek nasip oldu. Bu defa hep merak edipte gidemediğim Portekiz’in başkenti Lizbon’a düştü yolumuz. İspanya topraklarında yaklaşık 800 yıl hüküm süren Endülüs Devleti’nin izine her yerde rastlamak mümkün. Bu hâkimiyet yarımadanın batısında yer alan Portekiz’de de 500 yıl sürmüş. Ancak Portekiz’de eser kalmamış ve hemen hemen tamamı yok edilerek üzerlerine taklitleri yapılmış.

Endülüs’ü rahmetli Akif Emre ve Erhan Erken’le beraber Elveda Endülüs Moriskolar Belgeseli’nin hazırlık çalışmaları için ziyaret etmiştik.  Akif Emre titiz çalışma detaylı bilgisiyle dolaştığımız mekânlara adeta ruh üflüyordu. İspanya’da ilim ve sanatta zirve olan medeniyetten geriye çok sayıda eser kalmış.

Portekiz’in başkenti Lizbon’a hazırlıksız gittim. Önceden fazla okuma yapamadım ve Akif Abi gibi rehberimde yoktu maalesef. Portekiz, İber Yarımadası’nın batısında İspanya ve Atlas Okyanusuyla çevrili 10 milyonluk bir ülke. Başkent Lizbon tarihi turist özelliklere sahip güzel bir şehir. Bir tarafıyla İstanbul’a benziyor; haliç kenarında kurulmuş. Halicin üzerinde San Fransisko’dakine benzeyen uzun, kırmızı, iki katlı demir bir köprü var. Üst kattan araçlar alt kattan tren geçiyor.

Bu topraklarda 500 yıl hüküm süren Müslümanlardan geriye hiçbir şey bırakılmamış. İspanya’daki eserlerin bir kısmı korunarak dönüştürülmüş burada ise yok edilerek üzerine karmaşık, taklit eserler yapılmış.  Taklit eserlerde Endülüs izlerini kapılarda, pencerelerde, kulelerde, çinilerde görmek mümkün.  At nalı, kubbe ve kule şeklinde mimari desenler kendini ele veriyor. Tarihi dokuya bütüncül baktığınızda batı şehirlerinden daha çok doğu şehirlerine benziyor. Portekizliler en azından neden İspanyollar gibi davranmamışlar anlayamadım? Bu sorunun cevabını tarihçilere, sanat tarihçilerine bırakıyorum.

Lizbon halkı fiziki özellikleriyle Türklere çok benziyorlar. Özellikle iç Anadolu insanımız gibi zayıf, kavruk, esmer… Türkler gibi çekingen, mahcup edalı görünüyorlar.  Oldukça sakin ve yavaşlar hareket ediyorlar. İstanbul’un yüksek heyecanlı atmosferinden sonra Lizbon oldukça sakin, huzurlu ve dinlendirici geldi bana. Portekizlilerin Berberi ve Arap kökenli oldukları söyleniyor. Berberilerin Kafkas kavimlerinden olduğunu okumuştum acaba oradan bir akrabalık bağı kurulabilir mi? 711 yılında Tarık Bin Ziyad Cebeli Tarık’ı geçerek Müslümanların Avrupa’ya ayak basmalarının önünü açtı. 5000 kişilik küçük bir orduyla yarımadayı fethetti. Vizigotlar’ın baskısı altındaki yaşayan  halkın büyük çoğunluğu Müslüman oldu. Bilinenin aksine Endülüs Müslümanları Fas üzerinden gelen Araplar değil burada yaşayan halktı.

Güzel İngilizce bilen kibar sürücülerle Lizbon’u ve yakın çevresini dolaştık. Sürücüler tarih ve turizm konusunda eğitilmiş gibi görünüyorlar. Konuşkan ve rehberlik düzeyinde bilgiye sahipler. Darısı bizim taksi şoförlerinin başına. Ancak dikkatimi çeken bir şey oldu; tarihi 15-16 yüzyıldan başlatıyorlar. Ben de “1000’li yıllarda Portekiz nasıldı?” diye sordum. İki sürücü bilgimiz yok derken üçüncüsü “o dönem burada Müslümanlar vardı.”diyerek cevap verdi. Demek ki Müslümanların dönemi anlatılmıyor, bilinsin istenmiyor. Bu durumla Kahire’de karşılaşmıştım. Rehber, Osmanlı dönemini atlayarak sunumunu yapıyordu.

Lizbon ve çevresi tepecikler üzerine kurulmuş oldukça yeşil, dar sokaklarında tramvayların çalıştığı, renkli evleriyle görülmeye değer bir şehir. Bir de eskiden Konya’da var olan 3 tekerlekli yolcu arabaları “Tuk Tuk”lar çok yaygın.

500 yıl beraber yaşadıktan sonra hiç Müslümanın kalmaması üzerinde derin derin düşünmemiz gereken bir husus…