Poetikasında şiir ve sanata, “Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama işi”gibi ulvi bir vazife yükleyen Üstad, bunu temellendirirken “İlimde tecrit, teşhis için; şiirde teşhis, tecrit içindir” diyor.
Maddeyi laboratuvarda parçalara ayırıp her birine ayrı bir teşhis ve isim koyan bilimin yanında şiirise, tecrid terleriyle peşinen tespit ve teşhis ettiği fikirleri derinliğine kuşatır.
Birincisi aklın, ikincisi kalbin yolu. İman da şiir gibi kalp işi; İmam-ı Azam’ın ölçüsü de ‘kalben tasdik, dille ikrar’.
Yani İman önce kalbe yerleşecek; sonra dil bunu ilan edecek.
“Bedahetlerle iş yapıyoruz” tespiti ilk elde burada karşımıza çıkıyor.
Şah-ı Nakşibendi’nin “Allah Resülü’nün Haktan getirdiği ve bildirdiği şeylerin hepsi yani Şeriat ilimleri bütün halinde bedahet- apaçıklık ifade eder ve hiçbir delile muhtaç değildir.” hikmeti böylece yerini buluyor.
İman’ı ‘dil ile ikrar ve kalp ile tasdik’ şartına bağladıktan sonra, İmanın kalbe yerleşmesinin, kulun çaba ve gayretleriyle değil Allah’ın lütfuyla mümkün olduğunu peşinen kabul etmek gerekiyor. Sonrasında tecrit ve teşhis işi…
Peşin fikir sahibi olmak, peşin hükümlülük değildir;
“Hükmü peşin vermekte, peşin hükümcülük değil, fikir namuskarlığı vardır. İslam’ın, önce bulmanın ve sonra aramanın rejimi oluşunu düşünelim; Aslında bu, düşünme faaliyetinin çıkış ve varış noktası olarak, “bulunan ve bilinen aranır” hakikatinin “bulunması gereken İslam, aramak da onun için” şeklindeki mutlak hakikatinin belirtilişidir; bulunması gereken İslam, aranması gereken de…” (Salih Mirzabeyoğlu-Hikemiyat. S:117)
İmanımızın Allah’ın bir mevhibesi olduğunu Cebriyye, Kaderiyye ve Mutezile mezhepleri kabul etmediği için bir sonraki peşin fikrimiz Ehl-i Sunnet olarak tecelli ediyor.
İçte ve dışta sürüler halinde İslam’a saldıranların hedefi olan Ehl-i Sünnet’in kin ve nefret kutbu ile dost ve düşmanlarımızı tanımamız için temel ölçülerimiz;
Ehl-i Sünnet İmanından şek ve şüphe etmez, günahına helal demediği takdirde eh-i kıbleyi tekfir etmez.
İmanın ziyade ve noksan olmayacağına, imanın amelden ayrı olduğuna,Allah’ın dilediğini işleyeceğine ve buna kimsenin mani olamayacağına; hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, kulun bütün fiillerinin Allah’ın mahluku olduğuna, öldükten sonra dirilmeye,kabir azabına,Allah’ın rahmetinden ümit kesilmeyeceğine iman eder.
Allah’ın fiil ve sıfatlarının mahluk olduğuna ve Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın mahluk olmadığına, Mirac’ın ruhani ve cismani olduğuna, günahlar için Peygamberimizin şefaatinin hak olduğuna, ölülerin dirilerin duasından, sadakasından ve haccından faydalanacağına inanır.
Peygamberlerden sonra ümmetin en efdalinin Hz. Ebubekir, ondan sonra Hz. Ömer, ondan sonra Hz. Osman ve sonra Hz. Ali olduğunu kabul ederek, sahabelere dil uzatmanın en büyük günah ve evliyaların kerametlerinin hak olduğunu tasdik eder.
Peygamberler ve müminlerin akıllarının, kâfirlerin akıllarından üstün olduğuna inanır.
Ölçüler boyu işaretlenen hususların neden, niçin ve nasılını İBDA Külliyatından takip edebilirsiniz.