Biz ayrı dünyaların insanlarıyız.
Akıl ve vicdana aykırı olanı ne anlamamız mümkün, ne onunla anlaşmamız.
Kulun kula kulluğu bize uymaz.
Kulun kula üstünlüğü.
Kulun kula kuklalığı.
İdeoloji tanrılarının sunaklarına çocuklarımızın kurban edilişi bize uymaz.
Azınlığın çoğunluğa hakimiyeti bize uymaz.
Çoğunluğun azınlığa hakimiyeti bize uymaz.
Çakma kralların yasaları, çakma demokrasilerin eşitlemeleri, kutsalsız totaliter, teokrat, kutsalsız tek adam, kutsalsız laik, kutsalsız cumhur ve kutsalsız cumhuriyet bize uymaz.
Demagog politikacıların sarakası, hainlerin varakası, silâhların tarakası, anaların ağlaması bize uymaz.
Biz ayrı dünyaların insanlarıyız.
Merhametsiz devlet, tekbirsiz ordu, adaletsiz hakimiyet, hamiyetsiz cemiyet bize uymaz.
Kudurmuş süfli ideolojilerin dayatmalarına boyun eğmek bize uymaz.
Kapitalist baronlar, sahtekâr sosyalistler, kan emici emperyalistler ve onların yalan, iftira ve itham kampanyalarına kanmak, istismarlarına karşı durmamak bize uymaz.
Bize ne uyar o halde?
Bize hakkaniyet uyar. Garibin, yoksulun, ezilenin yanında durmak uyar.
Güce tapmamak uyar, güçlünün adaletsizliğine karşı durmak uyar.
Ekmeğimizi paylaşmak uyar. Acıları anlamak, yaraları onarmak uyar.
Şurası bir hakikat ki, bizi yok etme imkânları yok.
Ne küresel güçler, ne yerli işbirlikçiler… Bizi yok edemeyeceklerini biliyorlar.
Yapabilecekleri tek şey, sosyolojik varlığımızı tehdit etmek. Ahlâkımızı, psikolojimizi bozmak, mukaddesatımızla, kültürümüzle irtibatımızı kesmek, mübarek Kur’an’ın mesajına kulak kesilmemizin her türlü tezvirat ile önüne geçmek.
Fıtratımıza saldırmak.
İçimizdeki ahlâksızlar, aramıza karışmış münâfıklar üzerinden maneviyatımıza saldırmak, küçük düşürmek ve bu zevat üzerinden izânsız ve vicdansızca yaygara kopararak manipüle etmek ve muvazenemizi bozmaktan başka bir yol ve yöntemleri yok.
Cemiyetlerimizin içinde mevzilenmiş düşük ahlâklı, hırsız, riyâkar, kendi menfaatini düşünen, kendi cemaati ve topluluğunun menfaatlerini önceleyenlerden, arsız, hayasız, iffetsiz ve münâfıklardan kurtulmadıkça, safları sıklaştırmadıkça bütün mevzilerde kaybeden biz olacağız.
Bu münâfıkların üzerimize sinmiş kokularından, renklerinden kurtulmadıkça, sadece biz değil, memleketin güzelim bütün çocuklarını sosyalizmin, liberalizmin ve kapitalizmin sığ popüler sloganik dünyalarına kurban edeceğiz.
Müslümanca duruşumuzu yitirdikçe, dünyamızın, ideolojilerin yalan gerçekliğinden ayrı, apayrı olduğunu anlatamadıkça, yok edilemesek bile haysiyetimizi kaybedeceğiz.
Güzelim İslâm çocukları, terörist çocuklar, kapitalist çocuklar, benci-bananeci süslümanlar olarak anılacak, İlay-ı Kelimetullah ve Nizâm-ı Alem yüksek ideali yerine “Âlâ” hayat idealine kaptıracağız onları.
Bu sıkıcı yazıyı hâlâ zindanda olan bir devrimcinin, Sarp Kuray’ın yüksek tesirli bir bomba gibi infilâk eden sözleriyle bitireyim.
“Ebu Zer ile bağınızı kuramıyorsanız, halka ters düşüyorsunuz.
Ekonomi politiğini, gelir paylaşımını, mülkiyeti, hak ve adalet kavramlarını, ‘ihtiyaçlarınızın üzerindekini paylaşın’ ilkesini…
Bu ciddi bir tarih bilincidir.
1970’lerde Maoculuğun gelişiyle, bu toprağın geleneğiyle bağlarımız koptu.
Kendimizi Mao ile ifade etme yanlışına düştük.
Çok çok Che ile…
Türk devrimciliğinin sorunu budur. Bu toprağın konuları güme gitti hep.
Biz dini ıskaladığımız için yenildik.”
Peki, biz şimdi tam olarak ‘neyi’ ıskalıyoruz.
Efendim?