Papaz Jeff Warren şöyle diyordu: “İngiliz sunucu, konusunda bu özel bir seminerdir diyerek açılış konuşmasını bitirmişti. Sözü bana verdi… Elimde kalın bir kitap olduğu halde kürsüye geldim! Ve ben, ‘Büyük savaşlar silahla kazanılmaz!’ diyerek konuşmama başladım… Elimdeki kitabı havaya kaldırdım. Osmanlı’da Türkler bu kitabı okurken ben dinlemekten sıkılırdım, çünkü okuduklarından hiçbir şey anlamazdım!

Ancak Osmanlı’da okumasını bilmeyenler, okunanı anlamayanlar bu kitap okunmaya başladığında bütün işlerini bırakırlar, abdest alırlar ve başlarına muhakkak takke koyarlardı. Kitabın göbekten yukarda tutulmasına dikkat ederek özel bir saygı ile iki diz üzerine otururlar, kafalarını önlerine eğerlerdi. Ortamda okuyanın sesi hariç çıt çıkmaz ve kitabın okunması bitinceye kadar huşu ile dinlerlerdi. Hemen hemen her dinleyenin gözlerinden de yaş akardı. Tüm Osmanlı topraklarını İngiliz ajanı olarak gezmiş ve şimdi yaşlı bir adam olarak söylüyorum. Okunanları anlamadıklarını biliyorduk.

Asıl merak ettiğimiz, neden bu kitap okunmaya başladığında, tüm işlerini bırakırlar, konuşmazlar, abdest alırlar ve sessiz bir şekilde dinlerlerdi! Ve takke sünnettir, diyerek taviz vermezlerdi. Anlamadıkları halde bu kitap, bu insanlara nasıl böyle bir etki yapıyordu, hayret etmemek mümkün değildi! Bu konuda günlerce düşünmüştük… Bizde İncil’e böyle bir saygı gösterilmezdi. Dünyada hiç bir kitaba böyle bir saygı gösterilmezdi! Sonra tespit ettik ki; önce topluluğa bakarak, sonra yavaş yavaş elimdeki kitabı havaya kaldırarak, ‘Müslümanları sessiz sessiz ağlatan, gözlerinden yaş akıtan bu kitap; Kur’ân-ı Kerîm’dir!’ dedim… Türkler bu kitabı akılları ile değil kalpleri yani ruhları ile dinliyorlardı! İman, akıl ile değil kalp ile olur diyorlardı! Bu kitap orijinaldir. Temizdir. Kirlenmemiştir! İnsan görüşü karışmamıştır!

Allah’tan, Peygamber’e geldiği gibidir! Ve Allah’ın kitabıdır. Bu kesindir! Türkler’in de imanı temizdi, saftı, kirlenmemişti, hakiki idi… İtiraf etmek gerekirse biz bunu biliyorduk! Ancak; geleneksel olarak oluşan ve devam eden, vatan, millet, din bağlılıklarını terk edemiyorduk! Topluma uyuyorduk… İngiltere’de yaptığımız bir toplantıda; Biz de Kur’ân-ı değiştirelim dediğim de, Osmanlı’da beraber ajanlık yaptığım Christopher, ‘Bu mümkün değil’ dedi. Evet, Kur’ân’ı değiştirmek mümkün değil!

‘Çünkü’ diye devam etti. ‘Bütün dünya kütüphanelerinde on binlerce orijinali var! Toplamak yok etmek mümkün değil, toplasanız yok etseniz dahi. Bütün dünyanın her tarafında yüz binlerce hafız var ve tüm Kur’ân-ı Kerîm’i ezbere biliyorlar!’ Christopher bunu söyleyince Kur’ân-ı Kerîm’deki bir âyet-i kerîmeyi hatırladım! ‘Onu biz indirdik biz koruruz!’

Madem Kur’ân-ı Kerîm’i değiştiremeyeceğiz, başka bir şey olmalı. Bir şey yapmalıydık. Bu kitaba olan bu saygı yok olmalı idi. Bu saygının gücünü Müslümanlar’dan, Türkler’den almamız lazımdı! Günler, geceler boyu bu işin üzerinde tartışmalar yaptık! Mısır’da Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh ile baş başa çok sabahladık. 1700’lü yıllarda yaşamış meslektaşımızın hatıratını okurken ne yapacağımızı bulmuştuk…

Bu buluş, İslam âlemi ile buluştu! Müslümanların ilerlemesini artık durdurmalıydık! Onları kendi kitapları olan Kur’ân-ı Kerîm ile vurmalıydık! Bu dehşet buluş iki kelime idi: ‘Kur’an’a Uyalım.’ Önce tüm İslâm aydınların beynine ‘Kur’an’a Uyalım’ı’ yerleştirmemiz lazımdı! Sonra tüm İslam alemine… Onlar bin yıldır Kur’ân-ı Kerim’e uyuyorlar! dedim. Kur’ân-ı Kerîm’e uyanlara, ‘Kur’an’a uyalım’ demek. ‘Kur’ân-ı Kerîm’e uymayı değiştirelim’ demektir! Madem Kur’ân-ı Kerim’i değiştiremiyoruz! Kur’ân-ı Kerîm’e uymayı değiştirelim.

Bin yıldır Peygamberlerinin açıkladığı şekilde Kur’an’a uyuyorlar. Hepsinin din anlayışı yani imanı aynı ve bu iman, kuran okuyanlarda da ve okuyup anlamayanlarda da ve okumasını bilmeyenlerde de aynı! Madem Kur’an’ı değiştiremiyoruz! O zaman Müslümanların ona olan saygısı ile birlikte Kur’an’dan anladıklarını yani imânlarını değiştirelim. Peygamberlerinin Kur’an’dan anladığını ve açıkladığını bir kenara atalım. Kendi anlayışları ile uymalarını sağlayalım. Her birinin imânı farklı olur! Hatta imanları farklı olduğu halde kendilerini aynı iman üzere ve Müslüman zannederler!

Evet bin yıldır Osmanlı’da, Selçuklu’da bir tane Kur’an tercümesi yoktu! Hemen Kur’an tercümeleri yaptırmamız lazımdı! Ve her Müslüman’ın Kur’an’dan kendi anladığına uymasını sağlamamız gerekiyordu! Her kafadan İslam adına farklı bir ses gelmeliydi! Kur’an ile Müslümanları vurmuştuk!

Artık onlar, Peygamberinin sahabelere öğrettiği şekilde, sahabelerin müctehid imamlara yazdırdığı şekilde Kur’an’a uymuyorlardı.”

Sizce bunu başarmadılar mı?

Selam ve dua ile…