Bu hafta 2 milyon 265 bin öğrencinin başvurduğu YGS sonuçları açıklandı. Ortaöğretim sürecindeki gençlerimizin geleceklerini bir tek sınava bağladıkları ve hemen herkesin doktor ya da mühendis olmak zorunda hissettiği bir dünyayı yaşıyoruz. Kontenjanın 850 bin göz önünde bulundurulunca da gelecek kaygısı çeken bir gençlikle karşı karşıya olduğumuz aşikâr.
Üniversite kapılarındaki bu yığılma ne yazık ki kolay eritilecek gibi görünmüyor. Lisans programlarına yerleşenler bile konumlarından memnun değiller. Bu talep doğrultusunda açılan yeni üniversiteler de ihtiyacı karşılamaya yetmiyor.
Önümüzdeki on yıllar hesap edilerek işlevsel istihdam alanlarının belirlenmesi ve özellikle meslek yüksekokullarının iyileştirilmesi şart.
Fakat daha önemlisi ise ortaöğretim süreçlerinin daha sağlıklı biçimde planlanması, üniversite çağına gelmeden önce genç nüfusun eğitilmesidir.
Temel eğitim süreçlerinde sağlıklı bir değerlendirme ile çocuklarımızı zekâ, algı, eğilim, yetenek ve beceri ekseninde tanımamız gerekmekte. Öğretmen, pedagog ve veli ile öğrenci üzerinde yapılacak bir değerlendirme sonucunda çocuklarımızı yatkın oldukları alanlara yönlendirmeli ve ortaöğretimi yaygın biçimde düzenlemeliyiz. Meslek, sanat ve zanaat ediniminin akademik süreçlere geçişini zorlaştırmalı ve erken yaşlarda çalışma hayatına başlayabilecekleri bir sistem oluşturmalıyız.
Açık söyleyeyim, mevcut durumda pek çok programda ne yazık ki genç nüfusun işsizliğini ötelemekten ve bu dinamik süreci boşa harcamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Mesleki formasyon veren ortaokul ve ilgili lise programlarının yeterli olacağı bir altyapı kurmalı ve öğretmenleri de buna göre eğitmeliyiz.
Geçmişte teknik eğitim fakülteleri bu anlamda çok önemli bir misyona sahipti. Onları teknoloji fakültelerine çevirmiş olmamız tarihi bir hata oldu. Ülkemizde eğitim alanında en temel sorun öğretmen yetiştirme politikamızdadır. Son otuz yıldır ülkenin en başarılı öğrencilerinin öğretmen adayı olduğu bir ülkede eğitimde başarısızlıktan bahsediyoruz.
İlkokuldan itibaren on sekiz yaşına kadar tebrik ve takdir edilen bir çocuk ÖSYM sınavları sonucunda bir yere yerleşememesi halinde kendisini değersiz ve işlevsiz hissediyorsa üzerimizde ağır bir vebal var demektir. Lise programı boyunca her dönem takdir ve teşekkür belgesi alarak mezun olan bir öğrencinin üniversite sınavları baz alınarak başarısız sayılması en büyük garabet.
Nitelikli formasyon kazandıran eğitim fakültelerini hayata geçirmeliyiz.
Ortaöğretime geçişi TEOG’larla değil ilgi, istek ve kabiliyet ölçütleri ile sağlamalıyız.
Spor, sanat, sağlık, sosyal, fen ve meslek liseleri dışında bir lise müfredatına izin vermemeliyiz. Meslek ve sanat liseleri üniversite eğitimine ihtiyaç duymadan istihdama hazır bir nesil yetiştirecek donanımda olmalı.
Her ile değil, her 3oo bin nüfusa bir sanat, spor, sağlık, sosyal ve fen liseleri açmalıyız.
Tarım ve hayvancılık, botanik, estetik, sosyal hizmet, sağlık hizmetleri, otomotiv, inşaat, peyzaj, grafik tasarım, bilgisayar, malzeme, plastik, ahşap, kimya, kozmetik, makine, yiyecek-içecek, tekstil ve giyim, iletişim, güvenlik, müzik ve resim liseleri açmalıyız.
Böylece alanında uzmanlaşmaya ve meslek edinmeye yönelmiş bir gençliğin üniversite kapılarında beklemek zorunda hissetmeyeceği bir eğitim sürecini hazırlamalıyız. Aksi halde ortaöğretim, öğrenciyi üniversite için hazırlayan ve dört yıl akademik eğitim için bekleten bir istasyon konumunu korumaya devam edecektir…