ANAP’laşma serüveni, Türk siyaset yaşamı için çok kullanılır. ANAP’ın yaptığı en büyük hatalardan biri ehliyet sahibi olmayan kişilerin olmadık görevlere atanmasıydı. Siyaset, kendisine en büyük tuzağı ehliyet sahibi olmayan insanları, ya partili ya hemşehri ya aynı cemaatten ya da aynı ideolojik düşünceye sahip olduğu için atayarak yapıyor. Oysa temiz toplum özleminin dile getirildiği zamanımızda işin ehline verilmesi gerekiyor. Yani doğru işe doğru adamların yerleştirilmesi lazım.

Bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimseler getirilmeli. Adam kayırmak, adama göre iş vermek uygun değil. Her zaman işe göre adam seçmeli. O eleman o işe layıksa o iş ona verilmeli, değilse layık olanını aramalı. Bu prensip ne yazık ki son dönemlerde çokça ihlal edilmekte.

Nisa Suresi 58. Ayet-i Kerime’de “Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verme konumunda bulunduğunuz vakit adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın size yapılmasını öğütlediği bu şey, mahza bir güzellik ve ikramdır. Unutmayın ki, Allah her şeyi işitir ve görür.” buyrulmaktadır. Bu ayetin iniş nedeni ile ilgili ise şöyle bir olay aktarılır:

“Mekke’nin fethi günü Hz. Peygamber (SAV), ordusunun başında muzaffer bir lider olarak Kâbe’ye gelmiş ve kapının açılmasını istemiştir. Cahiliye döneminde de kutsal bilinen ve hizmetinde olmak için insanların yarıştığı Kâbe’nin anahtarı, Osman b. Talha adlı birindedir. Bu yıllardan beri babadan oğla geçerek devam eden bir görevdir. Henüz atalarının dini üzere olan Osman b. Talha, anahtarı getirerek kendi elleriyle Hz. Peygamber’e teslim eder. O anda bu şerefli görevin kendilerine geçmesini isteyen birçok Müslüman vardır ve bunlar arasında Hz. Peygamber’in en yakınları da bulunmaktadır.

Fakat Hz. Peygamber, Kâbe’yi açtırıp içindeki putları temizletip şükür için iki rekat namaz kıldıktan sonra henüz Allah’a teslimiyetini dahi açıklamamış olan eski sahibine anahtarı uzatır. Bu, orada bulunan birçoklarının arzusunu kursağında bırakmış olsa da başta Osman b. Talha olmak üzere birçok Kureyşli’nin, Hz. Peygamber’in görev dağılımında ‘yakın’ olmayı değil ‘ehliyet’ ve ‘liyakati’ esas aldığını görmelerini sağlar. Osman b. Talha bu durumu görünce Müslüman olur.”

İslam tarihine bakınca işin ehliyet sahibine verilmesine bir diğer örnek de Zühd ve Takva sembolü sahabi Ebu Zer el Gıfârî’dir. (r.a.)

Hz. Muhammed Mustafa’ya (SAV) karşı muazzam bir saygı ve muhabbet duyan Ebu Zer, Hz. Peygamber’den bahsederken “Halîlî” yani “dostum” diye söz ederdi. O kadar yakındır. Kendisi başından geçen bir olayı bakın nasıl anlatıyordu:

“Ey Allah’ın elçisi! Beni Vali tayin etmez misin?” demiştim. O da mübârek eliyle omzuma vurarak şöyle buyurmuştu: Ebû Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin görev ise bir emanettir. Bu emaneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar müstesna, aslında bu görev kıyamet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.”

Diğer rivayet ise şöyledir: “Ebû Zer! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim için ne istiyorsam senin için de onu isterim. İki kişiye bile olsa sakın başkan olma. Yetim malına da yöneticilik yapma!”

Osmanlının da çok yaşamasının en büyük sebeplerinden biri de işi ehline vermesiydi. Öyle ki, ünlü Vezir İshak Paşa’nın ehil olmayan bir kişiyi önemli bir göreve atadığını tespit eden Fatih Sultan Mehmet Han, ona, “Paşa, bu hatayı ikinci kez işlersen sadece vezirliği değil, başını da alırım! Devlet-i Al-i Osmanî ancak dürüst, liyakatli ve bilgili kişilerin omuzlarında yükselebilir.” demiştir.

Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde, işlerin ehli olana yani layık olduğu kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir. Bir kimse, lâyık olmadığı ve üstesinden gelecek yeteneği bulunmadığı bir göreve talip olmadan önce, Resûlullah Efendimiz’in (SAV) haber verdiği kıyamet günündeki acı sonu, rezilliği ve pişmanlığı iyi düşünmelidir.