Hatırlanacağı üzere Uluslararası Ceza Mahkemesinin Başsavcısı Karim Khan 20 Mayıs 2024 tarihinde bir açıklama yaparak 7 Ekim ve sonrasında Gazze’de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle; İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant’ın yanı sıra Hamas’ın liderlerinden Yahya Sinvar, İsmail Heniyye ve Muhammed Deyf hakkında mahkemenin tutuklama kararı alması için başvuruda bulunduğunu duyurmuştu.

Ancak aradan 3,5 ay geçmesine rağmen henüz Uluslararası Ceza Mahkemesi ön soruşturma dairesi, talep edilen tutuklamalara dair bir karar almadı.

Aslında bu kararın en geç bir-iki ay içerisinde çıkması bekleniyordu. Hatta bu konuda bir değerlendirme yapan Başsavcı Khan, mahkemeye sunulan delillerin talep edilen tutuklama kararlarının alınması için fazlasıyla yeterli olduğunu ve mahkemenin tutuklama kararı alması için fazla uğraşmasına gerek kalmayacağını belirtmişti.

Bu iddianın en önemli dayanağı ise başsavcılık tarafından hazırlanan talep dosyasının yine başsavcılık tarafından ocak ayında kurulan altı kişilik uluslararası bilirkişi heyeti tarafından incelenerek uygun bulunmuş olmasıydı. Buna rağmen neden şimdiye kadar mahkemeden tutuklama kararı çıkmadığı ise doğal olarak merak ediliyor ve sıklıkla eleştiriliyor.

Eleştirilerin merkezinde ise mahkemenin kısa bir süre önce benzer bir dava için görece çok kısa bir sürede almış olduğu tutuklama kararı bulunmaktadır. 

Zira Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’yı işgal etmesinin hemen ardından savcılık makamı tarafından soruşturma başlatılmış ve bu soruşturmaya istinaden savcılık 22 Şubat 2023 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Rusya Çocuk Hakları Komiseri Maria Lvova-Belova hakkında tutuklama kararı verilmesini talep etmiştir. Mahkemenin ön soruşturma dairesi kısa bir incelemenin ardından 17 Mart 2023 tarihinde savcılığın talebini kabul ederek Putin ve Lvova-Belova hakkında, Ukraynalı çocukların Ukrayna'nın işgal altındaki bölgelerinden Rusya Federasyonu'na yasa dışı bir şekilde sınır dışı edilmesi ve nakledilmesindeki sorumluluklarından dolayı tutuklama kararına hükmetmiştir. 

Rusya ile ilgili örnekte görüldüğü üzere mahkeme, savcılığın tutuklama talebinin üzerinden henüz bir ay bile geçmeden tutuklama kararına hükmedebilmişken mevzu İsrail olduğunda, talebin üzerinden 3,5 ay geçmesine rağmen hâlâ bir karara varılamamıştır. 

Tutuklama kararını alacak olan mahkemenin ön soruşturma dairesinin herhangi bir etkiye maruz kalıp kalmadığı veya baskı altında olup olmadığını bilemiyoruz ama Başsavcı Khan’ın tutuklama talebinde bulunmadan önce başta bazı ABD Kongresi üyeleri olmak üzere pek çok Batılı siyasetçinin ve bürokratın baskısına maruz kaldığı bilinmektedir.

O dönem basına bir mülakat veren Başsavcı Khan, dünya kamuoyunun çok iyi tanıdığı Batılı bir liderin kendisine ulaşıp “Uluslararası Ceza Mahkemesinin Batılılar ve müttefikleri için değil, Afrikalılar ve Putin gibi diktatörler için kurulduğunu” söyleyerek Netanyahu ve Gallant hakkındaki tutuklama talebinin kabul edilemez olduğunu söylediğini paylaşmıştı.

Aynı dönemde 12 ABD Kongre üyesi Khan’a bir mektup yazarak “İsrail’i hedef almamasını; aksi takdirde kendilerinin de onu hedef alacağını” belirtip alenen savcıyı tehdit etmişlerdi. Başsavcı bu tehditlere rağmen tutuklama talebini mahkemeye sunmuş ve uluslararası toplumdan mahkemeye destek vermesini istemişti.

Haziran ayında ise davayla ilgili olarak Başsavcı Khan’ın vatandaşı olduğu İngiltere merkezli ilginç bir gelişme yaşanmıştır. 10 Haziran 2023 tarihinde mahkemeye başvuran İngiltere Adalet Bakanlığı, “UCM'nin bu davada yargı yetkisine sahip olduğunu düşünmediklerini, İngiltere’nin Filistin'i bir devlet olarak tanımadığını ve İsrail’in de Roma statüsüne taraf bir devlet olmadığı için, tutuklama kararının verilemeyeceğini” iddia ederek mahkeme ve savcı üzerinde baskı kurmaya çalışmıştır.

Neyse ki İngiltere’deki erken seçim sonrası Muhafazakâr Parti iktidardan düşmüş ve yerine gelen İşçi Partisi’nin lideri Starmer, önceki hükûmet döneminde yapılan başvuruyu geri çekerek mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına müdahale etmekten vazgeçmiştir.

Ancak mahkemeyi ve başsavcıyı itibarsızlaştırma çabaları bununla sınırlı kalmamıştır. “İsrail için Birleşik Krallık Avukatları Derneği” isimli bir STK, 27 Ağustos’ta Başsavcı Khan'a bir mektup göndererek “Netanyahu ve Gallant'a yönelik iddiaların temelsiz olduğunu ifade etmiş ve Karim Khan’ın yetkisi olmadığı hâlde İsrailli liderler hakkında tutuklama talebinde bulunduğu için yetkisini kötüye kullandığını ve bu nedenle suç işlediğini” ileri sürmüştür. Eğer bu iddialar Adalet Bakanlığı ve Londra Barosu tarafından ciddiye alınıp işleme konulsaydı Khan’ın barodan ihraç edilip İngiltere’de avukatlık yapması yasaklanabilirdi. Böyle bir durumda da Khan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesindeki başsavcılık görevi de sıkıntıya girecek; hatta Khan’ın görevden alınması söz konusu olabilecekti.

Tüm bu manipülasyonlara ve baskılara rağmen 5 Eylül’de BBC’ye bir mülakat veren Başsavcı Khan, hem son günlerde yeniden tartışma konusu olan mahkemenin Filistin topraklarında yargı yetkisi olup olmadığı konusuna açıklık getirmiş hem de ön soruşturma dairesine sunulan deliller dikkate alındığında, talep edilen tutuklama kararlarını almasının önünde bir engel olmadığını tekrar etmiştir.

Başsavcılığın 20 Mayıs itibarıyla mahkemeye sunmuş olduğu dava dosyasında bulunan delillere ilave olarak, o tarihten itibaren Gazze’de vuku bulan; Refah’a kara operasyonunun başlatılması ve burada bulunan 1,5 milyon Gazzelinin yerlerinden edilmesi, güvenli bölge olarak belirtilen El-Mevasi bölgesinin bombalanması, Nuseyrat Kampı’na operasyon düzenlenmesi, Gazze’ye girecek insani yardımların engellenmesi, ambulansların engellenmesi ve hedef alınması, uluslararası insani yardım kuruluşlarının çalışanlarının öldürülmesi, gazetecilerin hedef alınması ve öldürülmesi, İsrailli bakan ve milletvekillerinin Gazze’nin işgal edilmesine yönelik açıklamaları, Gazzelilerin aç bırakılmasının meşru olduğuna yönelik açıklamalar, Sde Teiman hapishanesindeki Filistinli tutuklulara işkence yapıldığının ortaya çıkması, İsrail’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı ateşkes kararına uymaması ve yapılan ateşkes müzakerelerini sabote etmesi, Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını yok sayarak Gazze’nin geleceği için kendi planlarını ortaya atması, Gazze’nin ardından Batı Şeria’ya yönelik saldırıların başlatılması, İsrailli bakanlar tarafından Batı Şeria’nın ilhak edilmesi gerektiğine dair açıklamalar yapılması, Ben Gvir’in Mescid-i Aksa’nın yıkılarak yerine Yahudi tapınağının yapılmasına dair sözleri, Netanyahu’nun yaptığı TV konuşmasında Batı Şeria’yı İsrail toprakları olarak göstermesi gibi olayları da eklediğimizde, mahkemenin Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı vermemesi neredeyse imkânsız olacaktır.

Görüldüğü üzere Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, başsavcılığın 20 Mayıs 2024 tarihli tutuklama talebine istinaden Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı almasının önünde hukuken herhangi bir engel bulunmamaktadır. Aradan geçen 3,5 aylık sürenin, emsal davalarla karşılaştırıldığında karar vermek için uzun olduğu ve bu durumun da mahkeme hakkında şaibelerin ortaya çıkmasına yol açtığı açıktır.

Mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını idame ettirmek için ivedilikle bir karar vermesi gerekmektedir. Eldeki bilgi ve belgelere istinaden Netanyahu ve Gallant hakkında derhâl bir tutuklama kararı verilmezse hem uluslararası hukukun tecellisi mümkün olmayacak hem de mahkemenin inandırıcılığı ve güvenirliği sorgulanacak ve diğer davalarda alınmış kararlar da itibarsızlaşacaktır.

Eğer mahkeme, işledikleri savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle bugün Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararına hükmetmezse, yarın dünyanın başka bir yerinde işlenen suçlar nedeniyle yargılama yapma ve hüküm verme imkânına sahip olmayacaktır. Zira bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmiş bir mahkemeye hiç kimse itibar etmeyecektir.