“Gazzeli çocuklar, bilmem ne çikolatası kadar konuşulmadı.” diye serzenişte bulunan da Müslüman; mağdur olunca sesi çıkmayan da Müslüman.
Ne yani; çikolata peşinde koşan mı sana sözcülük yapacak, senin feryadını o mu haykıracak?
Gazzeli çocuğu sen konuşacaksın!
Er meydanından kaçmayacak, elini taşın altına koyacak, didişmeyi, linç edilmeyi göze alacak, tatlı su balıkları gibi kendi mecranda değil; onların hâkim olduğu alanlarda da bulunup onlara karşı koyacak, onların bağırdığı kadar sen de bağıracaksın! Hatta daha fazla.
Kusura bakma, “Ben susayım, sen benim yerime de bağır.” dersen herkes güler sana.
Daha önceki yazılarımda da dile getirmiştim.
Mesaj gruplarında, sosyal medyada herkes, mağdur Müslümanlara destek vermeyen seküler kesimi eleştiriyor.
Kardeşim, iyi misiniz?
Siz niye o güvenli mesaj gruplarından çıkıp, onların cirit attığı ortamlara girip onlara mazlum Müslümanların haklı isyanını haykırmıyorsunuz?
Birbirinize ne anlatıyorsunuz? Zaten hepiniz aynı fikirdesiniz.
“Git, duyulması gereken yerde anlat derdini.” demezler mi insana?
Müslümanların derdini Müslüman olmayana havale etme saçmalığına ne zaman son vereceğiz?
Şehrin meydanını teslim etmişiz, arka sokaklarda, gecekondularda birbirimize masal anlatıp beğeni bekliyoruz.
Bulunduğumuz mecralarda yazdığımız yazıları asıl okuması gerekenler okumuyor, zaten onlar orada değil.
Sopa sallanan yerde değiliz. Kendi kendimize masal anlatıyoruz.
“Yenidoğan çetesi içinde Müslüman doktor olsaydı yer yerinden oynardı.” diyoruz da yeri yerinden oynatanlardan daha çok olduğumuz hâlde neden kimseyi rahatsız edemiyoruz? Bunu düşündük mü hiç?
Korkuyoruz kısaca.
Başımıza iş gelmesinden korkuyoruz.
Onlarla cedelleşmekten korkuyoruz. Linç edilmekten korkuyoruz.
Onlara baskın gelecek kadar bilgimizin olmaması bizi daha da korkutuyor ve bu çok kötü!
Her seferinde söylüyoruz:
Haksız olanın sesi gür çıkıyor, bizim sesimiz cılız.
Hem cılız sesliyiz hem de onlardan kendimize “sözcü” arıyoruz.
Doğru ya...
Kimimizin işi çok. Kimimiz makam kovalıyor. Kimimiz şehre yukarıdan bakan yerlerde nargile, çay-kahve keyfi yapıyor, verilen makamlara bizleri oturtan iradeye eleştiri getirmekle övünüyoruz.
Sosyal medyaya attığımız birkaç cümle ile de mazlumların derdiyle ilgileniyor gibi yapıp, göz boyayıp, gönül huzuruyla yan gelip yatıyoruz.
“Aman ben onların olduğu o gayya kuyusuna girmem, ne işim var orada!” deyip kendimizi de haklı çıkarıyoruz.
Sonra da Müslümanların derdini Müslüman olmayan güruha havale edip keyfimize bakıyoruz.
Koyunu kurt gütsün, çoban da evde yatıp başına iş gelmesin diye sürüyü dert edinsin.
Ne ağlayarak su yükseltiyor ne de gemiyi kurtarma peşine düşüyoruz.
Anamızın duası da olmasa…