Bugün bir Müslüman’ın ağzından rahatlıkla şu cümleyi duyabilirsiniz: “Kredi çektim, ne yapalım?” Sanki sıradan bir şeymiş gibi. Hâlbuki, faiz almak ya da vermek, bir Müslüman için yalnızca ekonomik bir mesele değildir; ahiretini tehlikeye atacak kadar büyük bir günahtır. Kur’an-ı Kerim’de, Bakara Suresi 275. ayet bu durumu şu şekilde ifade eder: “Faiz yiyenler, şeytan çarpmış kimselerin kalkışı gibi kabirlerinden kalkarlar.” Bu ayet, faiz yiyenlerin ahiretteki durumunu net bir şekilde ortaya koyar.

Peygamber Efendimiz (a.s.m), Veda Hutbesi’nde, faizin her türlüsünü kaldırmış ve ilk olarak amcası Abbas’ın faiz alacaklarını iptal etmiştir. “Cahiliye döneminin faizleri kaldırılmıştır. İlk kaldırılan faiz, amcam Abbas’ın faizidir.” Bu, faizin topluma verdiği zararları kökten ortadan kaldırmak için yapılan bir harekettir.

Ne yazık ki günümüzde faiz o kadar sıradan hâle geldi ki artık “Kredi çektim.” ifadesi, Müslümanlar arasında normal kabul ediliyor. Bakara Suresi 279. ayette, faizden vazgeçmeyenler için sert bir uyarı vardır: “Eğer faizden vazgeçmezseniz Allah ve Resulü ile savaşa girdiğinizi bilin.” Allah’a ve Resulü’ne savaş açmak, bir Müslüman’ın asla içinde bulunmak istemeyeceği bir durumdur.

Müminin amacı, imanla son nefesini vermek ve ahiret hayatında huzura ermektir. Faiz gibi bir harama bulaşarak bu huzuru tehlikeye atmak, sadece dünya hayatını değil, ahiretini de mahveder. Kişi, kabirde Münker ve Nekir’in sorularına doğru cevap verebilmeyi, Resulullah (a.s.m)’ı tanıyabilmeyi umut ederken faize bulaşarak kendi imanını zedeler.

Faiz, hem dünyada hem de ahirette büyük bir felakettir. Müslümanlar olarak faize karşı hassasiyetimizi kaybetmemeli, onu normalleştirmemeliyiz. Arif Nihat Asya’nın da dediği gibi: “Bize bir nazar oldu, cumamız pazar oldu, ne olduysa hep azar azar oldu.” Faizle olan imtihanımız da böyle azar azar başladı, derken faizi meşrulaştırmaya kadar geldi. Dünyamızı ve ahiretimizi faizle mahvetmemeliyiz.


ATILAN ZEHİRLİ TOHUMLAR: 1951’DEN 1971’E YANLIŞ ANLAŞILAN İSLAM

1951 yılı… Bediüzzaman Said Nursî’nin uyarıları, toplumun geleceğine dair dehşet verici bir tabloyu haber veriyordu. Felak Suresi’nde geçen “ve min şerri gāsikin ize veḳab” ayetiyle işaret edilen o karanlık günlerin yaklaştığını söylüyordu. Peki, neydi bu karanlık günler? Sokakların dehşetli hâle geleceğini, atılan zehirli tohumların meyve vereceğini ifade ediyordu. 1951’de hangi tohumlar atıldı da 20 yıl sonra ortalık kasıp kavrulacaktı?

O dönem, İslam’ın içi boşaltılmaya, sahte bir dindarlık türemeye başlamıştı. Bediüzzaman’ın işaret ettiği “İslamiyetsiz bir Müslümanlık” yani içi boşaltılmış bir inanç yapısı, adım adım tesis ediliyordu. İslami ritüeller var ama hakikatinden uzak; Risale-i Nur’un ışığını almayan bir Nurculuk, tasavvufun içi boşaltılmış, gerçek tarikatlardan uzaklaştırılmış bir versiyonu… İşte 1951’de bu zehirli tohumlar atılmıştı.

Ve 20 yıl sonra 1971’e geldiğimizde ne oldu? Türkiye’de sıkıyönetim ilan edildi. Dinler Arası Diyalog misyonu devreye sokuldu. Papa VI. Paul’un davetine olumlu yanıt veren kişi kimdi? Fetullah Gülen. İslam’ın saf ve gerçek hâli yerine, Sufizm adı altında bir yapı çarpıtılmaya başlandı.

Bediüzzaman’ın 1951’de işaret ettiği tehlike şuydu: Atılan zehirli tohumlar, 20 yıl sonra dehşetli meyveler verecek. İslam’ın hakikatinden uzak, görünürde İslami olan ama içi boş bir yapıyla Peygamber’in (a.s.m.) kurduğu hakiki cemiyetin yerine kendilerine “cemaat” adını veren grupların yükselişi başladı. Gerçek İslam’ın yerine paralel bir yapı inşa ediliyordu. Bu yapı, sadece dini anlamda değil, toplumsal ve politik anlamda da İslamiyet’in önüne set çekti.

Bugün İslam diye lanse edilen din, ne kadar gerçek İslam’la örtüşüyor? Birçok yapının gerçek İslam’ın önünde perde olması, hakikati gölgeliyor. Bugün yaşanan dinin çoğu, İslamiyet değil, aslında Sufizm hareketi adı altında İslam’ı yanlış temsil eden bir sistemdir.


Selam ve dua ile
Fiemanillah