18 yaşında muhacir bir genç düşünün annesiyle birlikte bir göz odada hayata tutunmaya çalışıyor.
Baba yok, kardeş yok ve akrabadan hiç kimseler yok kendilerine sahip çıkacak…
Türkiye’ye sığındıktan sonra yapmaya çalıştıkları tek şey normal bir hayatın içinde nefes alıp vermeye devam etmek. Zira içinde bulundukları şartlar sanki onlara nefes aldırmamaya ahdetmiş gibi.
Muhacir gencin ilk dileği bir işte çalışıp ekmek parası kazanmaktır. Bir zaman sonra bulur da… Bir marangozda çalışmaya başlayan muhacir genç kimselere yük olmamak için işyeri sahibinden aldığı olumlu cevaba yürekten sevinir ve hemen ertesi gün işe koyulur.
Evlerinde bir çay bardakları dahi olmayan ailenin çevreden kendilerine Ensar olan hamiyetperver destekçileri de olur.
Fakat bir gün herkesi derinden yaralayan o olay yaşanır. Bu birçok meslek erbabının başına gelen acı bir hadisedir. Ancak daha genç yaştaki muhacir genç için kaldırılabilecek gibi bir acı değildir…
Bir zaman sonra bir gün tahta parçalarının kesimini yaptığı sırada genç, belki de baba, belki de vatan özleminden kafası dalar ve dört parmağını birden makineye kaptırır. Mesai arkadaşları hemen kopan parmaklarıyla birlikte elindeki tarifsiz sızıyla kıvranan genci hastaneye yetiştirir.
Doktorların hemen operasyona aldığı gencin 4 parmağı yerine dikilir ama vücut maalesef iki parmağı tekrar kabul etmez. Hastanın sağlık şartları el vermediği için genel anestezi yapamayan doktorlar gencin kolunu da yeterince uyuşturamadığından operasyon feryat figan bir şekilde geçer.
Aklının ucundan dahi geçmeyen bir acıyla aniden yüz yüze gelen genç, tam bir ay boyunca hastanede yatmak zorunda kalır. Kimselere haber vermeyen ana oğlun bir gün telefonu çalar. Telefonun diğer ucundaki “Nasılsınız?” diyen ses evladının yaşadığı acı karşısında çaresiz kalan annenin yüreğine bir nebze su serper. Durumu anlatınca telefondaki yardımsever aile soluğu hastane odasında alır. İçeri girdiklerinde karşılaşacakları manzarayı az çok tahayyül ederler ama muhacir gencin onları görünce bir anda gözlerinden boşanan gözyaşı sağanağı derinden yararlar.
Onu ve annesini teselliyle çalışırlar ama nafile… Acının yaktığı yerde gözyaşı durmaz akar.
Peki ya Suriye’de yani ülkelerinde yaşadıkları travma… İnançlarına sıkı sıkıya bağlı ailenin evine bir sabah eli silahlı insanlar girer. Tesettürüne derin bir şuurla bağlı anneyi daha başörtüsünü takamadan dışarı atarlar ve birkaç dakika içinde oturdukları bölgeye bombalar yağmaya başlar. Yanlarına ne bir parça kıyafet ne bir yiyecek alamadan bir bomba da onların evine isabet eder ve her şey saniyeler içinde kül olup gider.
Anneye sorarsanız bu bire bir yaşanmış savaş tablosu içinde onu en çok yaralayan şey, Rabbinin kendisi için koyduğu örtünme hükmünü bir an olsun yerine getirememiş olmak yani başörtüsünü takamadan evden zorla çıkarılmış olmak.
Bu hemen yanı başımızda duran yüzbinlerce insan hikayesinden sadece bir tanesi… Gözümüz görmeyince, kulağımız duyumayınca inkar edemeyiz.
Allah (c.c.) hiç bir müslüman halkı vatansız ve bayraksız bırakmasın.
Selam ve dua ile…