İnanmak bir içgüdüdür. Temel bir matematiği yoktur. Periferik (çevresel) güdümlemelere son derece açık olduğundan yönlendirilebilme zafiyeti taşır. İnanç, çevresel faktörlerden soyutlanabildiği kadar inançtır. Söz konusu soyutlanma hali mümkün olan en berrak biçimde tamamlandığı zaman, inanç, müdahaleye açık içgüdüselliğin ötesinde, duyumsal özerklik şeklinde niteleyebileceğimiz bir “meziyet” kimliğine bürünür.

Hayatın her alanında içgüdüleri ağır basan, uzun soluklu bir toplum olarak biz; -istemli ya da istemsiz- dürtülerimizi koruyan savunma mekanizmaları geliştirmiş, “inanma durumunu’’ karakteristik bir meziyet haline getirmişizdir. Nüfuz alanı geniş bu meziyet de, tarih boyunca en güçlü toplumsal silahımız olmuştur. İnanç, yalnızca manevi doğrulmaların temeli konumunda değil, benlik şuurunun sağlamlığı ve misyon/vizyon idealitesinde dik duruş kabiliyeti olarak da idrak edilmelidir.

Sermayenin hüküm sürmeye başladığı dönemlerden itibaren üzerimize kurgulanan monoton yıkım politikaları başarısız olunca, köklerimize hücum etmeye başladılar. Bizi, gövdemizi kırparak yok edemeyeceklerini anlamışlardı. Her defasında kırpılan yerden daha güçlü serpildiğimizi görenler, haliyle ruh filizimizi; inancımızı kökünden sökmeye teşebbüs ettiler. Başarılı da oldular. Derin kayboluşları büyük kurtuluşlar şeklinde lanse ettiler. Hakk’a olan inancımızı sarsıp, inancımızda kanser gibi yayılan buhran delikleri açtılar. Açtıkları deliklere de, modernite kabukları dikip yine kendilerinin kapattığına inandırdılar.

İnancımızı yok edemezlerdi. Onlar da inancımız üzerinde neşter oynatıp, toplumsal silahımızın kurşunlarını boşalttılar. Bizlere, inancın üstün bir meziyet olmadığını kabul ettirip, kirli müdahalelere gebe vasat bir içgüdü olduğunu dayattılar. Ne zaman ki inancımızın keyfiyetini gâvura devrettik, işte o zaman gerçekten yenildiğimizi kabul ettik. Ama kendimizi kandırmakta da ısrar ettik. İnanç meziyetimizi şahlandırmak yerine, içgüdülerimize yenik düşerek hayali kahramanlıklar türetip aslında yenilmediğimize kendimizi inandırdık.

Neticede isteyene istediğini verdik. İnancımızla (benlik şuuru ve misyon/vizyon idealitemiz) hamur gibi oynayabilmeleri onlar için en büyük zaferdi. Biz de bu zaferi onlara öz irademizle hediye ettik.

Artı eksi bir asır kadar önce külli değerlerimize ve hüviyetimize olan bağlılığımıza; inancımıza altın vuruş yapanlar, bugün halen çapsız emelleri doğrultusunda hareket etmeye devam ediyor. O zamanlar, ruhumuza vurulan altından(!) darbeyi müspet karşılayan içimizdeki Brutusler gibi; doğurduğumuz Brutuslerin tohumları da öldürücü hamleden sonra yeniden filizlenmeye yüz tutmuş inancımızı, sefil numaralarla koca bir çınar olmadan yeniden kökünden koparma derdinde.

Lakin biz, artık parıltılı bir teyakkuzun eşiğindeyiz.

İnancımıza tecavüz edenlerin hemşehrimiz kılığındaki yardakçılarının dediğinin aksine;

Uyumuyoruz!

Öz benliğimizden yeniden doğuyor, diriliyoruz!

Allah-ü Teâlâ’nın (cc) izniyle başaramayacaklar.

Nefesimiz, ruhumuz; inancımız üzerinde hararetle gezdirdikleri balyozu, bu sefer soluğumuza indiremeyecekler…