28 Ocak 1991 tarihinde 54 kurucu üye ile kuruluşu gerçekleştirilen İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), 21 Mayıs 2107 tarihinde 13. Olağan Genel Kurul Toplantısı’nı İstanbul’da gerçekleştirdi. Genel Merkezi’ni İstanbul’a taşıyan, âtıl şubelerini kapatan ve tüzüğünü baştan sona güncelleyen MAZLUMDER’i -yoğun siyasi gündemden sıyrılarak- hep birlikte hatırlamak ve Ramazan Beyhan başkanlığında yeni bir heyecanla görevi üstlenen yeni ekibe destek olmanın lüzumuna dikkat çekmek istiyorum.

Türkiye’de insan hakları savunuculuğu yapan İHD (İnsan Hakları Derneği), TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı), HYD (Helsinki Yurttaşlar Derneği), İHGD (İnsan Hakları Gündemi Derneği), UAÖ (Uluslararası Af Örgütü) Türkiye Şubesi, İHAD (İnsan Hakları Araştırmaları Derneği), İHOP (İnsan Hakları Ortak Platformu) gibi sivil toplum kuruluşlarından farklı olarak MAZLUMDER; Türkiye içinde ve dışında insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi hususunda özgün bir yaklaşım benimsemektedir.

“Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana” olabilmek

“Türkiye içinde ve dışında insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi; her türlü insan hakları ihlallerinin son bulması için çalışmalar yürüten MAZLUMDER; insan olarak yaratılması dolayısıyla insanın doğuştan birtakım haklara sahip olduğuna ve bu hakları hiçbir gücün, hiçbir gerekçeyle ortadan kaldıramayacağına inanmaktadır. Kişinin, bu haklarını özgürce kullanabildiği sürece insan onuruna yaraşır bir hayatı sürdürebileceğini kabul etmektedir. Bu temelden hareketle, insan haklarını, insan haysiyetiyle ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik, sosyal, hukuki, psikolojik, kültürel ve fiili her türlü girişimi, insan hakları ihlali ve “zulüm” olarak görmektedir.

MAZLUMDER, her türlü zulmün kaldırılması ve yeryüzünde tüm haksızlıkların son bulması için çalışmayı, insan olarak var olmanın ve insanca yaşamanın bir gereği olarak kabul etmektedir. Bu konuda hiçbir ayrıma gitmeksizin, kim tarafından ve kime karşı yapılırsa yapılsın, her türlü haksız muameleye karşı çıkmanın, işkence, aşağılama ve tecavüze karşı mücadele vermenin gerekliliğinden hareketle çifte standartsız bir insan hakları mücadelesinin önemine inanmaktadır.

Bu anlayışla MAZLUMDER, tüm çalışmalarında “kim olursa olsun zalime karşı mazlumdan yana” olmayı temel ilke edinmiş olup, insan haklarını ihlal edenlerin (zalimlerin) ya da hakları ihlal edilenlerin (mazlumların) dinî, etnik, kültürel, cinsel ve benzeri kimlik farklılıklarına bakmamaktadır. Çünkü MAZLUMDER inanmaktadır ki; “Mazluma kimliği sorulmaz!” ve kim tarafından, hangi amaçla ve kime karşı yapılmış olursa olsun “Zulme rıza zulümdür!”

Bugün hiçbir ülkenin insan hakları sicili, diğer bir ülkeye müdahale etmesini ahlaki bakımdan haklı gösterecek ölçüde lekesiz değildir. Dolayısıyla insan haklarının uluslararası ilişkilerde bir baskı aracı ve pazarlık malzemesi olmaktan kurtarılması gerekmektedir. Bu nedenle gerçekten adil, çifte standarttan uzak bir insan hakları anlayışının ve mücadelesinin geliştirilmesi bir zorunluluk olup bu konuda en büyük görev devlet-dışı insan hakları örgütlerine ve erdemli bireylere düşmektedir.

MAZLUMDER, insan hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi ve korunması için süreli-süresiz, yazılı, sesli ve görüntülü yayınlar yapmakta; seminer, konferans, panel, açıkoturum, sempozyum, yarışma, sergi vb. etkinlikler düzenlemekte; insan hakları ihlallerine ilişkin bilgiler toplamakta ve ulaştığı sonuçları raporlar ya da basın açıklamaları yoluyla kamuoyuna ve ilgililere duyurmaktadır.” (1).

İlkeler koyabilmek ve ilkelerine sadık kalabilmek

“Hakları ihlal edilmiş kişilere ve ailelerine maddi, manevi ve hukuki yardımlar yapan MAZLUMDER, kamuoyuna deklare ettiği şu ilkeler doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmektedir:

MAZLUMDER, herhangi bir felsefî veya politik görüşün sesi değildir; bütün politik görüş ve düşüncelerin ifade edilmesi ve örgütlenebilmesi hakkını savunan bir kürsüdür.

İnsan hak ve özgürlükleri çerçevesinde yapılacak her olumlu çalışmayı, kim yaparsa yapsın, destekler.

İnsan hak ve özgürlükleri alanında yapılacak bir ihlâle, kim yaparsa yapsın, karşı çıkar.

Konjonktürleri ve şartları aşan bir anlayışla insan hakları yaklaşımına sahip çıkar ve bunu sürdürmede kararlı olur.

Ulusal ve uluslararası tüm diyaloglarını, insan hak ve özgürlüklerinin gelişmesi ve ihlâllerinin son bulması amacıyla kurar.

İnsan haklarının, devletlerarası politik kart olarak kullanılmasına karşıdır.

İnsan hak ve özgürlüklerini devletler ve paktlar üstü görür.

Evrensel insan haklarının kullanımının, politik çıkarlarla bağlantılı olarak ele alınmasını tasvip etmez ve bu çarpıklığın düzeltilmesi için ilave çabalar ortaya koyar.” (1).

İnsan hakları söylemini olgunlaştırmak ve yaygınlaştırmak

2011 yılında yayımlanan “Yazarların Kaleminden MAZLUMDER’in 20 Yılı” isimli kitapçıkta yer alan yazıların ilkini kaleme alan MAZLUMDER’in kurucu üyesi Abdurrahman Dilipak şu vurguları öne çıkarmakta:

“… Müslümanlar’ın birtakım talepleri ve eleştirileri vardı sisteme karşı. Batılılar demokrasi ve insan haklarından söz ediyorlardı… Kürt sorunu için arayışlar gündemdeydi. Müslümanların bu konuda söyleyecek bir sözleri olmalı idi. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaktık. Bir topluluğa olan öfkemiz, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecekti. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytandı! Madem böyle bir şey yapacaktık, bunun fıkhi temelleri ne olmalı idi. Hilfu’l-Fudûl ve Medine Sözleşmesi bizim için referans olabilir mi idi? (s.11).

Batılı kavram ve kurumlarla mı konuşacaktık? Kendi inanç, tarih, kültür ve geleneğimizden başka referanslar bulabilecek mi idik? Hikmet mü’minin yitik malıydı da, ağuyu altın tas içre de sunuyor olamazlar mı idi? Hem de balı da suç ortağı yaparak. Özgürlük derken batılılarla aynı şeyi mi kast ediyorduk? Hem Kızılderilileri yok eden, kara derilileri köleleştiren, sarı ırkı sömüren bir halkın devam eden zulüm ve baskıları ortada iken onların bu konudaki samimiyetlerine inanabilir mi idik?

Batılılar “insan hakları” derken aslında bizim anladığımız anlamda bir ‘hak’tan söz etmiyorlardı. Biz Allah’a ait olan bir ölçüden söz ederken, onlar daha seküler bir şeyden, insani sağduyudan söz ediyorlardı. Ne kaynağımız ne yöntemimiz ne de gayemiz aynı değildi aslında. Onlar için insan hakları ‘kesbî’ idi. Biz ‘vehbî’ olduğundan söz ediyorduk. Onlar doğuştan devredilemeyen birtakım değerlerden söz ederken bile, bir kutsallıktan söz etmiyorlardı. Onun için de, onlar açısından bir takım ahlaki sapkınlıklar (cinsel sapma ve uyuşturucu) bile özgürlük sorunu idi.

İşimiz zordu. Bir yandan işin teorisini oluşturmamız gerekiyordu, öte yandan acil çözüm bekleyen konular vardı. Bu süreç hâlâ devam ediyor.” (s.12).

Biz ilk 20 yılda çıraklık dönemimizi tamamladık. Hâlâ teorik tartışmalarımız sürse de, şimdi, zaten evrensel bir değer olan İnsan Haklarını, katılımcı, çoğulcu, şeffaf bir hukuk devleti, adalet, barış ve özgürlük taleplerini, diğer kardeş ülke ve halklarla ortak dillendirmek için yüzümüzü doğu, batı, kuzey ve güneye dönmemiz gerekiyor. İnsan Hakları mücadelesinin bir vakıfla desteklenmesi, federasyon ve konfederasyonlara ve uluslararası birliklere dönüşmesi gerekiyor.

Yeni bir dünya kuruluyor. Zor bir zamanda yaşıyoruz. Ailenin dağıldığı, bireyciliğin toplumsal planda atomizasyona sebep olduğu, insanların ahlaki değerlerden uzaklaşarak hedonist, çıkarcı bir kişiliğe büründüğü bir zamanda bu konu her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Biz bunun için var olmaya devam etmeliyiz, hem de büyüyerek. İki günümüzü birbirine eşit kılmadan. Hiç kimse dünyada olup bitenleri duymazdan, bilmezden, görmezden gelme hakkına sahip değildir!” (s.14).

İnsanlık onurumuzu savunmak için vicdanımızı diri tutmak

İnsan hakları aktivisti şair ve yazar Ahmet Mercan, misyonunu hatırlattığı Mazlumder’e uzun vadeli bir hedef önermekte:

“… Modern ulus devlet, homojenleştirici ve tek tipçi yapısıyla, toplum mühendisliğiyle insanı nesne/malzeme derekesine indirmiştir… Doksanlı yıllara gelindiğinde mahkûmiyetler ve işkenceler karşısında pratikten kaynaklanan ihtiyaç, bir insan hakları kuruluşu olarak MAZLUMDER’in kurulmasına vesile oldu. Kuruluş felsefesi bin dört yüz küsur yıllık bir geçmişe dayanıyordu. Hz. Muhammed’e daha peygamberlik gelmeden üye olduğu ve peygamberlik döneminde de onayladığı Hilfu’l-Fudûl yapılanması, güçlü felsefi yapısıyla özgüven veriyordu…

Güvensiz ve alabildiğine silahlı bir dünyada insan hakları dahi ihlaller için malzeme yapılabilmektedir. Bu durum, her erdemli insanın aktivist olmasını gerekli kılmaktadır. İletişimin hızlı, bir o kadar da kirli oluşu, siyasetin görünenden öte işlerliğine işaret etmektedir. Küresel ölçekte yaşanan haksızlıklara karşı koymanın yolu, yine aynı ölçekte yapılanmak ve aynı erdemli duruşu gösteren kurum ve aktivistlerle bir etki alanı oluşturmaktan geçmektedir. (s.17).

Dünyadaki değişimin -insan hakları açısından bakınca- bir gelişme olduğu söylenemez. Yeni konseptte, insan hakları ihlal hanesinin kimliği zenginleşeceğe benziyor. Devletler yanında, uluslararası şirketler ve stratejik bilgi üreten kuruluşların da insan hakları ihlallerinin aktörleri haline geleceği gözüküyor.

Dolayısıyla değişimi takip eden ve ona göre gelişmesini sürdüren Mazlumder’in yapılanmasını yeni şartlara göre geliştirmesi ve küresel ölçekte etkin bir takiple, sadece ihlallere tepki gösterip, raporlar düzenlemekle yetinmemesi gerekir. (s.18).

MAZLUMDER, taşıdığı misyonun önemini bir an hatırdan çıkarmamalı, İslam dünyasının öncü kurumu olduğunu, dünyada raporlarıyla, olaylara soğukkanlı ve objektif yaklaşımıyla sözü dikkate alınan kredibilitesi yüksek bir adres olduğunu unutmamalıdır.

İnsan ve devlet arasında süregelen ihlaller üzerinden ihtiyacı hissedilen haklar mücadelesi, bundan böyle farklı adresleri hesaba katan bir yapıyı zaruri kılacaktır. ‘Hak’tan yana olmanın; mazlumdan yana, zalime karşı pozisyon almanın ilkesel değeri, insan var oldukça sürecektir. MAZLUMDER’in perspektifi bütün bu gelişmeleri kucaklayacak genişliktedir.

Haksızlıklara karşı yargı yolu, süre isteyen ve pahalı bir yol olduğundan, insan hakları mücadelesi; hâkim pozisyonu ve kamuoyunu olaya dâhil etmesiyle bütün sorunlarda ön açıcı bir işleve sahiptir. Şahitliğin hak adına dinamik reaksiyonu olan vicdana, dünyanın her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.” (s.19).

Bütüncül yaklaşıma sahip küresel bir örgüte dönüşebilmek

Mazlumder’in yeni yönetimine muvaffakiyetler dileyerek yazımızı Ümit Aktaş’ın önerisiyle tamamlayalım:

“… Öyle ise ne yapmalı? Bir kere MAZLUMDER’i “mazlum”der olmaktan kurtararak kelimenin tam anlamıyla bir insan hakları örgütü hâline getirmeli. Yani öncelikle kendi tarihimiz ve kendi sosyopolitiğimizin bize tahmil ettiği şu mazlumluk nosyonuna sığınarak tarihe ve topluma bu tip bir nazarla bakmanın darlığına dair o mazlumane bakıştan, mazluma pozitif bir değer atfeden bakış açısından kurtulmalıyız. İkincisi, bu örgüt artık yerellikten kurtarılarak uluslararası bir örgüte dönüştürülmeli. Bunun içinse öncelikle ulusüstü bir bakışla hareket eden bir örgütün mantık ve donanımının sağlanması gerekmektedir. Çünkü artık günümüz Türkiye’sinde evrensel olmayan bir örgüt, yerel olma payesine bile ulaşamamaktadır. Uluslararası olmak, ulusal olmanın da bir şartı hâline gelmiştir adeta. Üçüncü olarak da, günümüzde artık salt biçimsel anlamda hak arayan bir örgüt, bir insan hakları örgütü de olsa, inandırıcılığa ve desteğe kavuşamamakta, işlevselleşememekte ve çevresindeki mevzileri tahkim edememektedir. Yani bu örgütün de salt bir insan hakları örgütü olmaktan öte bir yardım kuruluşu formuna doğru evrilmesi gerekmektedir. Çünkü insanlara somut yardımlar sunmaktan yoksun, sadece haklara işaret eden bir örgüt, biçimsel bir hukuk kuruluşu olmaktan öteye gidememektedir.” (s.96).

Canlı tanıklar olarak Ahmet Varol, Alper Görmüş, Bakiye Marangoz, Cahit Koytak, Cihan Aktaş, Coşkun Üsterci, Doğan Tarkan, Fikret Başkaya, Hayko Bağdat, Hilal Kaplan, Hüsnü Tuna, Mazhar Bağlı, Osman Tunç, Selahaddin Eş Çakırgil, Sevan Nişanyan, Sibel Eraslan, Süleyman Çevik, Yıldız Ramazanoğlu, Yılmaz Odabaşı’nın Mazlumder hakkındaki değerlendirmelerini aşağıdaki linkte yer alan pdf kitaptan okuyabilirsiniz…

Kaynaklar:

, 21 Mayıs 2017.

Yazarların Kaleminden MAZLUMDER’in 20 Yılı, MAZLUMDER Yayını, Ankara 2011, 102 s. , 21 Mayıs 2017.