Geçen haftalarda şöyle bir tweet düştü anasayfama: “Bu ülkede aylık 400 TL’ye tezgâhtarlık yaptırılan Suriyeli bir Arap Dili doçenti ve hattat gördü bu gözler.” Aslında ‘klasik’ gibi duran bu hikâye ilgimi fazlasıyla çekti. Çünkü kelimelere olan heyecanımı henüz yitirmedim ve elimden geldiği kadarıyla da diri tutmaya çalışıyorum. Hemen nerede olduğunu öğrendim bu zatın, Malatya’daymış. Ben de yakın zamanda dedemin dizinin dibine oturmaya Malatya’ya gidecektim. “Şahane!” dedim kendi kendime selâm verir talebesi olabilirim belki.

Aradan bir müddet vakit geçti bayram geldi, dedemin yanına vardım, gönüllerimiz şad oldu. Tweeti atan abiye mesaj attım hattata ulaşabilmek adına. Mevzu bahis olunan hattatın ismi Hasan Müslim imiş, Suriye Türkmen’i. Aradım hemen. Senden iyi olmasa da benden daha iyi Türkçe konuşuyor. Bu arada tweeti atan abiyi haftalarca Ankaralı bir gazeteci sanmışken “Hasan Müslim’e beni başbakanın danışmanlarından … yönlendirdi.” demesi üzerine muhatabımın baya baya ‘devletlu’ olduğunu öğrenip kısa süreli şok yaşadım. Neyse. Aradım çok kıymetli hattatımız Hasan Müslim’i. Bayramın ikinci gününe sözleştik, kahvesini içmeye.

Gün bitti, sabah oldu. Babam ve dayımın oğluyla beraber elimize lokumumuzu çikolatamızı alıp bayramlaşmaya gittik Hasan Müslim hocanın evine. Bizi kapıda oldukça sıcak bir şekilde karşıladı. Hemen içeri buyur etti. “Suriye Kahvesi mi Türk Kahvesi mi? diye sordu Suriye Kahvesi’ne olan merakımızı dizginleyip Türk Kahvesi istedik. Başladık muhabbete. Hasan Hoca savaş sebebiyle gelmiş vatanımıza. Daha önce de gelir gidermiş sık sık zaten. “Baktım Lübnan olmaz, Ürdün olmaz. Biz Osmanlı’yız, dedik ki Osmanlı’nın yanına gidelim.” deyip de gelmiş üstelik. Peki, neden Malatya? Onun da şöyle bir izahı var, Hasan Müslim savaştan önce gümrükte tercümanlık yapar imiş. Savaş iyice ciddileşince demişler ki Hasan Amca sen de gitmek ister misin, nereye, Malatya’ya, orada ne yapacağım, tercümanlık yaparsın mülteci kampında. Böylece Malatya’ya gelmiş, iyi insanlarla tanışmış. 2.5 seneyi aşkın bir zamandır da hayatını kayısı diyarında idame ettiriyor. 53 ülke gezdim diyor Hasan Hoca, Suudi Arabistan’da Lübnan’da, Bulgaristan’da dersler vermiş. Bulgaristan hikâyesi de değişik: “Bulgaristan’da üniversiteye gittim, belgelerimi verdim. Rektör, Bulgarca bilip bilmediğimi sordu, dedim не! (ne!), Bulgarca’yı öğren öyle yanımıza gel dedi rektör de.” Bunun üzerine, o sene, 40 yaşındayken Hasan Hoca bir sene hamallık yapıyor Bulgaristan’da. Daha sonra tekrar üniversiteye dönüyor, 4 sene hat hocalığı yapıyor.

Hoş sohbet böyle ilerlerken babam: “Sizin konuşmanız biraz Antepliler’e benziyor.” dedi, bunun üzerine Hasan Müslim: “Antep, neden Antep? Çünkü Halep de Antep, Antep de Halep. Kız alıp vermişiz. Benim teyzelerim 70-80 yaşında Antep’te öldü. Bu sınırlar suni sınırlar tabi, aynı Berlin Duvarı gibi. Berlin Duvarı yıkılırken de oradaydım, arkadaşlarla beraber yıktık. =)”

Hat sanatına 6 yaşında başlamış Hasan Hoca, hattatçılık kolay bir şey diyor ve ekliyor: “Arapça’da ‘sehl-i mümteni’ deriz yani çok kolay çok da zor. Hat yazacağın zaman tabi abdestli olacaksın, kıbleye döneceksin, bismillah deyip başlayacaksın. Kamış kâğıda basıldı hemen hop diyeceksin nefes duracak orada kalp çalışacak: ‘Allah, Allah, Allah…’ duracaksın. Beynin duracak, bomba patlasa duymayacaksın. Çektin harfi bitirdin, nefesini bırakacaksın; ama kalp çalışıyor. Hatta bir iş var, her şeyi unutuyorsun. Cennet’e giriyorsun, güzel bahçelere. Hat cennettir.”

Kahvemi yudumluyorum bu arada, soğumuş. Dalıp gitmişim Hasan Müslim’in çektiği harfe. Ne güzel adam diyorum ne güzel. O ise hiç durmadan devam ediyor anlatmaya: “Hat sanatına çok büyük inam olacak. İnam dediğimiz, bir harfi bin defa yazabilirsin, mesela vav harfi. Biz hocalarımızın yanına gidince ‘hele bir vav çiz.’ derler. Neden vav? Vav insanoğlunun anne karnındaki hâlidir. Çizdiğin vav hoşuna giderse hocanın 2-3 defa daha çizdirir. Hepsi birbirine benzemezse “Olmadı oğlum, git 100 kere yaz öyle gel.” der. Hoca sana diploma vereceğinde 1 senede verir, 2 senede verir. Kemâle geldiğinde. Hayır, kemâl yok, kemâlillah var, kemâl Allah’ın!” Öğrencilerine hiç 100 puan vermezmiş Hasan Hoca 90 verirmiş, 95-98 verirmiş, 100 olunca kemâl olur diyor. Ben ise hayranlıkla dinlemeye devam ediyorum, tüm gün dinleyebilirim Hasan Hocayı.

Sultan 2. Mahmud’un hatta, yazıya olan hürmetinden bahsediyor. Rakım Efendi’yi anlatıyor, Muhammed Halid Erzurumi, Ömer Vasfi, Hasan Çelebi, Hamid Aytaç gibi muhteremlerin isimlerini zikrediyoruz muhabbet sırasında. Hasan Hocanın öğrencileri yokmuş Malatya’da, bir iki İmam Hatipli gelmiş Arapça öğrenmeye, onlar da kaybolmuşlar ortalıktan. Bir de sergi açmış burada; fakat ilgi görmemiş pek. “Malatyalıların ilgisi yok hat sanatına, hattan anlamayan bir şehir Malatya. Her insanın bir merakı olur, Malatyalıların yok.” diyor =) “Burada yaşasam kesinlikle talebeniz olurdum.” diyorum bu konuda oldukça samimiyim de. Yeter ki bir hocam olsun, fazlasında çok da gözüm yok.