Mustafa Kutlu’dan sevenleri ve hatta sevmeyenleri için şahane bir kitap daha: Hesap Günü. Neden sevmeyenleri de kattım işin içine inanın bilmiyorum. Zaten bence Mustafa Kutlu’yu okuyup da sevmeyen yoktur. İddia ediyorum, okumadan seven de çoktur. Evet, evet, Mustafa Kutlu’yu sevmeyen biri tahayyül edemiyorum. Varsa bir adım öne çıksın, itinayla küseyim ona. Geçen gün küstüm de birine hatta. Onlarca yazı yazmış, yüzlerce kitap okumuş, binlerce cümle kurmuş bir arkadaşım, yakın bir arkadaşım, hayatında hiç Mustafa Kutlu okumamış. Olacak iş değil. Abartmıyorum, vallahi olacak iş değil. Yusuf Kaplan’ın bana her zaman dediği gibi: “Niye yaşıyorsun ki okumuyorsan?”

Kasım ayının başında, her sene sonbaharda bir kitap çıkarmayı mutad edinmiş Mustafa Kutlu yeni bir hikâye daha armağan etti bize. Duyunca sevenleri olarak hepimiz çok sevindik. Epey gecikmeli de olsa önceki gece bir süre kitap almayacağıma dair kendime söz vermiş de olsam kitapçıda görür görmez hemen aldım Hesap Günü’nü. Ama bu sefer bencillik ettim, sadece kendime aldım. Önceden Mustafa Kutlu yeni kitap çıkardığında kendime alırken 2-3 tane fazla alır ve benim gibi Mustafa Kutlu sevdalısı eşe dosta dağıtırdım. Mesela sevgili teyzem gördüğüm en sıkı Mustafa Kutlu okuyucusudur. Bu sebepten aramızda hep bir Mustafa Kutlu muhabbeti olur. Ya o bana yeni çıkan kitabını alır, ya ben ona alırım. Ama işte bu sefer cimriliğim, vicdansızlığım tuttu ve ona almadım. Pişmanım.

Muhtemelen beni Mustafa Kutlu kitaplarıyla da teyzem tanıştırdı. İlkokuldan beri elimden hiç düşmez, yıllardır okur dururum. Çift haneli yaşlarımın başlarında ‘Mavi Kuş’ ve ‘Chef’i en az 5-6 defa okumuşumdur. Hatta TRT’de Mavi Kuş’un filmi çıkardı bazan, izlerdim sonunu bile bile. ‘Rüzgârlı Pazar’ı da çok severim, onu da en az 3 defa okumuşumdur. Hıfzettim, şöyle başlar Rüzgârlı Pazar:

-Bu rüzgâr neyin nesi?

-Samyeli, Sam!

-Kim lan bu Sam?

Çok eğlenceli. Sadece bu kısmı için bile defalarca okuyabilirim aslında. Yine ‘Ya Tahammül Ya Sefer’ kitabı beni çok etkilemişti. Sanki annelerimizin babalarımızın hikâyesini anlatıyor. Ve korkarım belki de benim hikâyemi… Ya ‘Sır’a ne demeli? Her okuduğumuzda yeni bir derya çıkacak sanki karşımıza. Öylesine derin, öylesine uçsuz bucaksız bir öykü…

Neyse biz Hesap Günü’müze dönelim. Henüz 96 sayfasını okudum ve bu yazıyı da 96 sayfasını okumuş olarak yazıyorum. Fransız kolejli, İngiltere’de doktora yapmış, ithalat ihracatla uğraşan başarılı ama talihsiz bir paşazadenin, Arif Bedir’in, yolunun birden esnaflığa, hem de küçük esnaflığa düşmesini anlatıyor. Üstelik varlıklı, alafranga bir muhitteki gariban bir caminin avlusundaki tabutun içinden. Tabut mu? Evet, tabut. Nasıl mı? Okuyun da görün canım. Her şeyi ben anlatamam. Hikâyenin ortasındayım ve Arif Bedir Bey her an küçük esnaflığa başladığı şeker dükkânını bırakıp bir tekkeye kapanıp masivayı terk edebilir yahut annesinin bulduğu, belki de yıllar evvelden kolejdeki sevdiği kızdır bilmiyorum henüz, helal süt emmiş kızla evlenebilir veya hiç belli olmaz belki de her an aniden gelen bir CEO’luk teklifine ‘Evet’ deyip yeniden şirket-mirket, ithalat-ihracat işlerine dönebilir. Şu an kitabın ortasından konuşuyorum: Hesap Günü kaçmaz. Hem öyle hem böyle. Benden söylemesi. Şimdi gidip kalan 61 sayfayı okuyacağım. Hoşça kalın.