Paralel mefhumu popülerleştiğinden beri her şeyin paralelini ihdas ederek adeta paralelize olduk. Bir süredir de “paralel din” kavramsallaştırması konuşulup tartışılıyor. Mevzunun nesnesi ve odağı da FETÖ’cü grubun dinî anlayışı. Bu arada Allah’ın fethi/zaferi anlamına gelen “Fethullah” ibaresinin kullanımından özellikle kaçınıyor ve bunu da herkese salık veriyoruz.

Calib-i dikkat olan, bu hususta sazı eline alanların pek çoğunun terennüm ettiği türkü aynı güftenin farklı bir bestesi mahiyetinde.

Dinin, meşruiyeti kendilerinden mülhem çeşitli yorumlarını “sırat-ı müstakîm” olarak benimseyip bunu başkalarına da kabul ettirmeye çalışan kimi grupları; söz konusu tartışmaların hararetli mütekellimleri arasında görüyoruz. Bizzat kendileri bid’atlerle doldurulmuş/dondurulmuş, kişiye özel psişik semptomlarla süslenmiş, rüyaların lojistiğinde realite ile bağı koparılarak eskatolojiye hapsedilmiş/hasredilmiş paralel dinler icat edenler, bu durumu görmezden gelerek ya da karşımızda duran hakikati setretmek için sübjektif bir kamuflaj ambalajında; bizi, tabiri caizse –ki caizdir- yemeye çalışıyorlar. İşin bu tarafı hele şimdilik dursun, ortalık durulana dek…

Şu var ki dünyadaki insan sayısı kadar din yahut dinî anlayış vardır. Bugün İslam dünyasında da birbiriyle kısmî ölçüde örtüşen veya benzeşen yanları bulunmakla birlikte  sayısız dinî yorumlar mevcuttur. Sorsanız hepsi Kuran’a ve Sünnet’e dayandıklarını iddia ederler. Bu meyanda meselenin künhüne tam anlamıyla vakıf olanlar da var, tuttuğunu fil zannıyla tarif edenler de.

Mevzunun, bilinmesi gereken en çarpıcı yanı şudur ki aidiyetimizi belirtmekle övündüğümüz ed-Din’in sahibi olan Hakîm’in  bizatihi kendisi çoğulculuğu arzulamaktadır. Rum suresi 22. Ayet, bu hususu vurgulayan  İlahî hitaplardan birini içerir:

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”

Yukarıdaki ayetin Rum suresinde yer almasının dahi ayetin vurgusuna muvafık özel bir anlam taşıdığı düşünülebilir. Prototip bir/çift “ins” cinsinden çoğalan milyarlarca adem soyunun, tarih boyunca binlerle ifade edilen farklı dillere ve muhtelif renklere sahip olmasının ontolojik ve teleolojik değerini; temaşa edildiğinde herkesi ilk seferindeki gibi hayran bırakan, direksiz havada tutulan göklerin ve sayısız canlı türüne rızk-ı elvan ile yurt kılınmış arz ile eş tutulmasının üzerinde düşünmemiz gerekmez mi?

İşte diller ve renklerin farklı kılınması, kaynağını dilden alan düşünce ve felsefelerin çeşitlenmesini sağlarken; renklerdeki çeşitlilik ise kendisi gibi olmayanı tolere etme, hoş görebilme hatta hoş tutabilme, ayrı olana ayrımcı davranmak yerine aynı olmamaktaki aykırı/sıradışı hakikatin haykırışının ayırdına varabilmenin sınavını deruhte eder. Bilhassa  dildeki çeşitlenme her türlü dinî ve felsefi farklılaşmanın temelini oluşturur. Entellektüel alandaki bu çoğulculuk, aynı dine mensup ama farklı kültürlere ve mantalitelere aidiyeti bulunan insanların tarihî akış içinde çeşitli adlarla kendilerini ifade etmelerine imkan sağlamıştır.

Tam da bu nedenle “sabite” şeklinde nitelediğimiz kitabî referanslardan şaşmamak ve tarih boyunca Sevad-ı Azam’ın baş tacı ettiği “tolerans”ın çerçevesini kısmamak/kasmamak koşuluyla mezhep, meşrep, tarikat ve cemaat şeklinde zuhur eden her dini grubu emir olunduğumuz üzere sever, müdafaa ederiz.

Baki selam…