Bir süredir, oryantalist ve üstenci bakışla, ‘Nurcular’ mercek altına alındı. FETÖ darbesinin sonucu bu; açıklaması uzun sürer. Şu kadarı var: Gülen örgütü tarafından neredeyse 30 yıl boyunca karartma altına alındı Risale-i Nur. Adı araçsallaştırıldı, itibarı yağmalandı.

Oysa tertemiz bir fikir mayasıdır, bir tefekkür nüvesidir Risale-i Nur. Kimsenin malı değildir. Laboratuvar malzemesi diye görülecek bir nesne hiç olmadı. Ne folklorik bir detay ne telaffuzuyla yetinilecek bir ezberdir. Kur’ân’a doğrudan muhatap olan bir eser olarak, asil bir öznedir, zarif bir inşa edicidir, şefkatli bir onarıcıdır.

Müellifi Said Nursi’nin kardeşinin evinde yediği çorbanın parasını bile verecek denli istiğna ile ortaya koyduğu bu eser, birilerinin egosuna promosyon olamaz, maddisini geçtik, manevi menfaat aracı bile olamaz. Asla araçsallaştırılamaz. Kimsenin yanında olamayacak denli şeffaf ve diri, ele avuca sığmaz, doğurgan bir metindir.

Garip olanı şu: Bazı kardeşlerimiz Said Nursi’ye ‘vekil’ arayışına girdiler. Korsan vekil’i bertaraf ettiğimiz bugünlerde, manidar geldi bana bu çaba. Yok, yok; suçlamıyorum. Hüsn-ü niyetlidirler elbette. Ben de hüsn-ü niyetli biliyorum kendimi. Şimdi hüsn-ü niyetle sorayım:

Bu vekil niye var? Varsa, niye ille de ‘mutlak’? Said Nursi’ni mutlak vekili, Bir bakıma Bediüzzaman’ın tüm yetkilerini toplamış biri. Sözünden dışarı çıkılmayacak, o ne derse o olacak, kudretli biri bu.

Vaktiyle Üstad Bediüzzaman’ın şoförlüğünü yapmış bir ağabeyimiz İçişleri Bakanlığı, Külliye, resepsiyon falan gezdiriliyor. Bu muhterem ‘mutlak vekil’ adayının sesini hiç duymadım, Üstad’ın fikirlerini beyan eden bir makalesine denk gelmedim. Ama ‘mutlak vekil’lik konusunda mutlaka ısrarlı olanları da anlamak istiyorum.

Önce şuraya not alalım: Said Nursi diyeceklerinin hepsini diyerek yürüdü Hakk’a. Diyeceklerinin hepsi Risale-i Nur’dan ibarettir; onun yerine konuşacak olan da Risale-i Nur’dur. ‘Mutlak vekil’ Risale-i Nur metninin kendisidir. O da doğurgan bir metindir; bu mutlak vekil metnin mesajlarını seslendirmek de biz okuyuculara düşüyor. Risale-i Nur ise herkese her an her yerde açıktır. Araya abi ya da abla koymayı gerektirmeyecek netliktedir.

Bediüzzaman’ın irşad mesleğine getirdiği en önemli yenilik: şifahi/sözel zeminden yazılı zemine geçiştir. Hakikatin aktarımını da şeyh-mürid ilişkisi üzerinden değil, kardeş-kardeş ilişkisi üzerinden yürütür. Risale-i Nur talebeliği, birine talebe olma şartı koşmaz, doğrudan Kur’ân’a talebe eder okuyucusunu.

Gözlerini sayfalarla buluşturan herkes, istediği yerde, istediği kadar, istediği anda, Kur’ân hakikatleriyle eşsiz bir letafetle tanışır, nebevi dergâha kabul edilir.

Bu kadar…

‘Mutlak vekil’e iş düşmüyor bu tabloda. ‘Mutlak vekilci’lerin ‘mutlak vekil’e niye işleri düştü?