Türkiye’ye gelmiş herhangi bir Kıbrıslı Türk yoktur ki, “Kıbrıslılar niye Türkiye’yi sevmiyor” sorusuna muhatap olmasın. Bu soruya herkesin kendince de bir cevabı vardır. Marjinal düşünceler bir kenara bırakılırsa, bu sorunun cevabını tarihsel süreç içerisinde irdelemekten daha doğru bir yaklaşım olamaz. Bu çerçevede sahaya inmek elzemdir. Öyle ki, sloganlara dayalı bir izahat bu konuyu açıklamakta yetersiz ve bir o kadar da taraflı olacaktır. Bu bağlamda yapılacak saha araştırmasında iki ana soru ön plana çıkarılmalıdır. Birincisi, Türkiye Kıbrıs’ta tarihsel süreç içerisinde bir imaj kaybına uğramış mıdır? İkincisi, Türkiye, Kıbrıs Türkleri nezdinde zaman içerisinde imaj kaybına uğramış ise, bunun ana nedenleri nelerdir?

Bu araştırma tersinden de yapılmalıdır ve özellikle şu soru üzerinde durulmalıdır: Türkiye’deki insanları böylesi bir yargıya ulaştıran bilginin kaynağı nedir? Soğuk Savaş Dönemi’nden başlayıp günümüze kadar uzanan çok taraflı ve çok yönlü bir meseleyi, ideolojik, sosyolojik ve psikolojik sahalardan uzak tutarak salt politik çerçevede duygusal bir yaklaşımla ele almanın oluşturmuş olduğu önyargı, bugün çözülmesi gereken en önemli sorun halini almıştır. Bu gayri resmiliğin yanında, resmi düzeyde Lefkoşa ve Ankara’ya ulaştırılan bilgilerin ne kadarının kişisel çıkara, ne kadarının ulusal çıkara hizmet ettiği, düşünülmesi gereken bir konudur. Görülen o ki, ortada Ada ile Türkiye arasında hem resmi hem gayri resmi düzeyde rehber edinilen bilgilerde ciddi bir sıkıntı bulunmakta. Öncelikle bilgi eksikliğine, yanlış bilgiye veya bilgi kirliliğine yol açan bilgi kaynakları yeniden gözden geçirilmelidir. Ancak o zaman arzu edilen gerçekçi politikalar hayata geçirilebilir.

KKTC’nin yönetsel sorunları, yaşanan kimlik krizi ve geleceğe dönük belirsizliklerin neden olduğu hoşnutsuzluklar, ancak yerinde görülebilir. Kıbrıslı Türkler’in geçirdiği tarihi, iktisadi ve toplumsal süreç anlaşılmadan, ezberden konuşmak veya bazı gazete yazılarında olduğu gibi Kıbrıs’taki Türkiye eleştirilerini FETÖ’ye veya dış mihraklara bağlamak Türkiye’yi yanılgıya sürüklemekten başka bir işe yaramaz. Kaldı ki, böyle bir bakış açısı Türkiye’ye duyulan güven kaybının kitlesel bir hayal kırıklığına dönüşmesine neden olabilir.

KKTC’nin Türkiye’nin bir vilayeti olmadığı, farklı bir kültürel dokusunun bulunduğu, kendine mahsus iç dinamikleri ve sorunları olduğu öncelikle bilinmelidir. Bugüne kadar Türkiye’nin resmi çevreleri, iç dinamikleri yani toplumu ihmal etmiştir. KKTC resmi çevreleri de benzer şekilde kendi toplumlarının çıkarlarını görmezden gelmiş, partizanca uygulamalarla ve kendi siyasi hesaplarına göre Ankara’yı ikna etmeye çalışmışlardır. Gelgelim artık mızrak çuvala sığmıyor!

Unutulmamalıdır ki, eğer şimdiden bu sorunlar ciddi düzeyde ele alınmazsa, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın artan jeopolitik öneminden dolayı KKTC dış müdahalelere daha açık bir hale gelecektir. Bu nedenle, KKTC ve Türkiye’deki resmi çevreler bu realiteden hareketle, yeni bir siyasi anlayış ortaya koymalıdır. KKTC’nin sil baştan ele alınması ve toplumun menfaatine uygun olarak yeniden tanzim edilmesi gerekmektedir. Bunu yaparken de partizanca uygulamalardan kaçınmak ve Kıbrıs’ın çokkültürlü yapısına azami özen göstermek öncelikli düstur olmalıdır…