Yapılacak her hareket yapmak istediğinizi açığa çıkaran çok önemli ipuçları verir. Örneğin işgalci düşüncedeyseniz hazırlığınız farklı olur, kendinizi savunmak niyetindeyseniz hazırlıklarınız buna göre şekillenir. Ayrıca yapacağınız hazırlıkların başlangıcı ve süresi de stratejik derinliğinizi gösteren önemli işaretlerdir. İşte bu işaretleri son bir haftada meydana gelen gelişmeler üzerinden okuyacak olursak, Türkiye’nin sahip olduğu sosyo-politik ve jeopolitik ekolojinin ürettiği sinerjinin, küresel sistemi nasıl etkilediğini anlamamız daha kolay hale gelebilir.
Zira Türkiye global politika, bölgesel siyasi ve askeri ilişkiler ile yurt içinde önemli gelişim aşamaları kaydediyor. Aslında son derece heyecan verici bu sürecin kısa bir kesitini inceleyecek olursak başlangıcını geçtiğimiz ağustos ayının son günlerine dayandırmamız mümkün. ABD, İngiltere ve Fransa’nın İdlib’de kimyasal silah kullanılırsa vururuz açıklamalarıyla bir anda adeta armagedon tarzı konvansiyonel savaş rüzgârları esmeye başlayan bölgede, Türkiye’nin çok yönlü çabalarının süreci nasıl adım adım barışçıl ve çözüm içeren bir noktaya taşıdığını hep beraber gördük. Ve İdlip modelinin, Afrin ve El Bab’da olduğu gibi bütün Suriye için önemli bir çözüm aracı haline geldiği görülünce 27 Ekim tarihinde Avrupa’nın da katılımıyla İstanbul’da Suriye zirvesi yapıldı. Yani Avrupa’nın Türkiye’ye Suriye sorununun çözümünde siyasi desteğinin veya en azından karşı çıkılmayacağının zımmen göstergesi niteliğinde olan bu zirve önemli bir diplomatik başarıdır. Zaten dikkat edilirse 28 Ekim’de Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki PYD/PKK’lı teröristlerin üslerini vurmasına Avrupa’dan olumsuz bir tepki gelmemesi, bu zirvedeki Türkiye’nin diplomatik başarısının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
29 Ekim Cumhuriyetimizin 95.kuruluş yıldönümünde milletimizin gururlandığı dünyanın en önemli mega projelerinden biri olan İstanbul Havalimanın ilk etabının hizmete girmesini sevinçle kutladık. 30 Ekim’de Fatih sondaj gemimiz Akdeniz’de petrol ve doğalgaz çıkarılacak derin sondaj işlemlerine başladı. Aynı gün TSK saldırı hazırlığı içindeki PYD/PKK’lı teröristleri Fırat’ın doğusunda ikinci kez vurdu. 1 Kasım’da ise Türkiye-ABD Membiç’te ortak devriye faaliyetlerine başladılar. Elbette PYD/PKK varlığı Membiç’ten tamamen çekilmeden sadece devriye yapmak Türkiye için yeterli olmayacak ve gerekirse Fırat’ın doğusunda başladığı işe devam edecektir ancak hemen akabinde karşılıklı olarak yaptırımların kalkması ve İran’a uygulanan ambargodan Türkiye’nin muaf tutulması gibi hususlar ABD’nin Türkiye paradigmasında sınırlı değişimin de işaretleri olarak okunabilir.
Tabii ki yukarıdaki faaliyetlerin yanında çok önemli başka gelişmeler de oldu. Bunlardan biri “Siper” adıyla yüksek irtifa bölge hava savunma sisteminin (füzesinin) üretilmesi, devamında üçüncü MİLGEM gemimizin hizmete girmesi, hassas güdüm kiti sayesinde 0.5 mm kalem ucu büyüklüğündeki bir noktaya 17000 metreden tam isabetle F-16 savaş uçaklarımız tarafından atış yapılması, yeni nesil deniz altının yapımına başlanması… Şimdi bunları bir bütün halinde okuyacak olursak; Türkiye yaklaşık 3.5 trilyon metreküp doğalgaz ve en az bir o kadar petrol bulunan Doğu Akdeniz enerji havzasındaki haklarını elde edebilmesi için doğru zamanlamayla doğru savunma sistemlerinin üretilmesini başardı. Geç kalsaydı veya üretemeseydi, belki de önümüzdeki yüzyılın kavgasını kaybedebilirdi. S-400 sisteminin de bu sürecin bir parçası olarak görmek gerekir. Ve yine ürettiğimiz askeri teknoloji savunma amaçlı ve savunma odaklı. Eğer saldırı ve işgalci bir zihniyette olsaydı Türkiye, farklı silah sistemlerine yönelirdi. Ancak son bir haftada yakalanan bombalı araçları ve saldırı hazırlığındaki teröristleri düşünecek olursak, düşmanların (rakiplerin) ülkemizi dizayn etmek için hiç de barışçıl olmayan terörist yöntemlere başvurmaktan kaçınmayacaklarını ve asla uyumadıklarını unutmamalıyız. Başta PKK ve FETÖ olmak üzere iç ve dış mücadelemiz hız kesmeden ve kararlılıkla sürdürülmeli, birlik ve beraberlik içinde geleceğe yürümeye devam etmeliyiz.