Ülkemizin kaderini belirleyecek ve içinde bulunduğumuz coğrafya başta olmak üzere ümmetin alınyazısı üzerinde kayda değer etki yaratacağını düşündüğümüz referanduma bir haftadan daha az bir süre kaldı. “Başkanlık sisteminin teolojik zorunluluğu” ) adlı iki makale ile teo-politik açıdan mevcut sistemin kritiğini yapıp değişmesi gerektiği hususunda bundan bir yıl evvel görüşlerimizi açıklamıştık. O vakitten bu yana dünya, etrafımızda 365 dereceden fazla dönmedi.

Şu var ki huzursuz bir sosyolojide halk oylamasına gidiyoruz ve bu meselenin memleket için ehemmiyetinin farkında olanlar gibi ben de endişeliyim. Zira referandumda alınacak menfi bir netice, herhangi bir referandum yenilgisinden daha ağır bir karşılığa tekabül edecek. Başarısızlığın faturasını sadece parti teşkilatları, kabine ya da hükümetin kendisi değil, tüm ülke ödeyecek. Bu nedenle vakit, ındi endişe ve emelleri bir kenara bırakma vaktidir.

MHP lideri Devlet Bahçeli, anayasa değişikliği meselesini 15 Temmuz’dan sonra aniden gündeme soktu. En azından dışarıdan görünen o. Zira devlet için perde gerisinde bir anlaşma vuku bulmuş ve sırası gelen rical, bila-irticalî konuşmuş da olabilir.

Malumunuz Bahçeli, partisi üzerindeki hakimiyetini 15 Temmuz’dan önce kaybetmişti. Hatta 15 Temmuz, MHP’ye can suyu oldu dahi denebilir. Zira hatırlayalım, öncesinde, yargıda odaklanmış bulunan fetöcülerin dahliyle tam bir ‘mahkemeler savaşı’ yaşanmış, genel merkezdekiler hop oturup hop kalkmıştı.

Mevzunun bizi ilgilendiren tarafıysa ülkücü camianın yalnızca üçte birlik kesiminin, referandum da Bahçeli’nin izinden gideceği. Geriye kalan üçte birinin kesinkes ‘hayır’ diyeceği aşikar iken kalan üçte birlik kısmın ne yapacağı şimdilik muamma. En iyimser anketlerin evet oylarını yüzde 50-55 aralığında gösterdiği bir vetirede, MHP tabanındaki mezkur “yüzde dört”ün ne anlam ifade ettiğini, varın siz hesap edin.

Ağalar görmezden gelmekte ısrar ediyorlar ama fetöyle mücadelede inatla yapılan hatalar nedeniyle Ak Parti’de hatırı sayılır bir oy kaybı ve (kara kara düşünen) kararsız kesim var. Hükümetin daha özenli ve hukuki davranılmasına dair, en yakın dostlarının dahi uyarılarına kulak asmamasının, sandıkta bir aksü’l-amel yaratacağında kuşku yok.

Bununla birlikte başlarda sakin ve mutedil bir üslubu tercih ederek son yılların en doğru stratejisini yürüten CHP’nin, beklendiği üzere  halk oylaması yaklaştıkça agresifleşmesi ve bazı militan vekillerinin beyanatları ile Batı Yakası’nda yaşanan hadiseler  ‘Ak Kararsız’ların iradeleri üzerinde azm-i müsammem bir etki yaratmış görünüyor. Bu da iyi haber…

7 Haziran seçimleri sonrası, AK Parti çok doğru bir strateji izleyerek suyun yönünü değiştirmeyi başarmıştı. Muhtemelen kontrol edebileceği anketleri manipüle etmiş ve tabloyu hep kritik eşikte tutmuştu. Bu da 7 Haziran sonrası tebarüz eden krizi sonlandırmak isteyen seçmenin kararlılığını artırmıştı. Bugün de kararsız seçmenin kahir ekseriyeti, referandumun ‘hayır’la neticelenmesi durumunda doğacak olası krizleri öngörebiliyor. Kanımca kararsız kitledeki bu hassasiyeti harekete geçirmenin yolu ise 7 Haziran taktiğini uygulamaktan geçiyor.

Unutulmamalı ki halk oylaması sürecinde, anket şirketlerini de AK Partili dostlarımızı da yanıltacak en büyük etken, OHAL psikolojisiyle sandıkta ‘hayır’ diyeceği halde ‘evet’ yönünde oy kullanacağını belirten kitle olacaktır.

Naçizane önerim, TV’lere çıkıp da “bu ülke de Tayyip Erdoğan’ın %60 oyu var”, gazeli okuyanlara kulak asıp rehavete kapılmak yerine, siz yine 1 Kasım taktiğini uygulayın. Referandumun kritik eşikte durduğu algısı yaratın ki (bana göre zaten öyle) insanlar, kişisel kaygılarını yenip vatan, millet ve ümmet aşkına sandıkları patlatsınlar.

Baki selam…