Darbeciler, ABD ve FETÖ dediğimizde aklımıza ne geliyor?

Gezi olaylarıyla başlayalım. Yeşil ile yola çıkılıp; kan kırmızısına boyanan bir senaryo. Çevreyi koruyalım diye başlatılan bir eylemin, ayyaşların içki şişeleriyle çevreyi süsledikleri bir komedi. Brezilya’da ise; toplu taşımada yapılan zammı bahane ederek, sokaklara dökülen ve bu olaylarda hem devleti hem de esnafı milyonlarca dolar zarara sokan yine aynı senaryo.

17-25 Aralık sürecini Brezilya 2014’te yaşadı. Bahane aynıydı; ‘’Yolsuzluk’’. İzledikleri yol da aynıydı: Meşru olarak gösterilebilecek bir ‘’sivil darbe’’. Hem esas hem amaç hem de usul aynıydı. Aynı mühendisin elinden çıkmış bir makine gibi işliyordu sistem. Birinci hamle, ikinci hamle ve sonrakiler… Aynı mantıkla ilerliyordu. Tek bir kafadan çıktığı besbelliydi.

Brezilya’da sivil darbenin yargı ayağını Sergio Moro yürütüyordu. Bizde, Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın yürüttüğü görev gibi. Sergio Moro tarafından çoğunluğu parlamenterlerden oluşan 179 kişi hakkında soruşturma açılmıştı. “Lava Jato soruşturmaları’’ dediğimiz ve amacı bizim ‘’17-25 Aralık soruşturmaları’’ ile paralellik gösteren bir yargısal ve meşru görünümlü sivil darbe planı, Brezilya’da başarılı olmuştu maalesef.

Brezilya’da hedef, Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff ve İşçi Partisi (PT) iken; Türkiye de hedef, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti idi. Rousseff ve Erdoğan’ın ortak yanları ise; Devlet’in IMF’ye olan borcunu bitirmeleri, halka hitap eden sosyal projelere ağırlık vermeleri, ekonomik olarak en alt tabakada bulunan fakir kesimi en aza indirmeleri ve dünya ülkeleri ekonomik kriz yaşarken; Türkiye ve Brezilya’nın ekonomide en yüksek büyüme oranlarını yakalamalarıydı. Yani en hızlı büyüyen ülkelerdendi iki ülke de.

Her iki ülkede de yolsuzluklar, devletin hâkimiyetindeki kurumlara dayandırılıyordu. Brezilya’da, dünyanın en büyük petrol işletmesi olan ve hisselerinin yarısından çoğu devletin elinde bulunan “Petrobras şirketi’’, yolsuzluk iddialarının merkezindeydi. Türkiye’de ise soruşturmalar ve iddialar, mâlumunuz üzere Halkbank üzerine dayandırılıyordu.

Gel gelelim darbelerin görünen faillerine. Bu iki failin ortak yanı; ABD’nin uşakları olması ve tüm faaliyetlerinde ABD’nin desteğini bulmaları. Sivil darbenin ardından Rousseff’in yerine geçen geçici başkan Michel Temer’in, Wikileaks’in yayınladığı belgelerde ‘’ABD’nin muhbiri’’ olduğu ortaya çıkmıştı. Michel Temer’in Türkiye versiyonu Fetullah Gülen’in ABD ile ittifakı üzerine yazılan binlerce yazı ve bilinen belgeleri tekrar açmaya gerek yok sanırım.

Rousseff’in düşürülmesiyle Michel Temer nasıl “Geçici Başkan’’ sıfatıyla geldiyse; Fetullah Gülen de öyle gelecekti. Fakat, sıfatı geçici başkan değil; “Mehdi’’ veya “Hz. İsa’’ olarak ayak basacaktı bu topraklara. İtiraz edenlerin başına neler geleceğini ise bu zalimlerin 15 Temmuz’da yaptıklarına bakarak tahmin etmek mümkün.

Tüm bu darbe senaryolarının aynı senarist tarafından yazıldığı âşikar. Çünkü senaryolarda ki başrollerin hep ABD’nin kuklaları çıkmaları tesadüf olmasa gerek.

1953’te İran’da Musaddık’ın düşürülmesi, 1973’te Şili’de Salvador Allende’nin düşürülmesiyle gerçekleşen askeri darbe, 2002’de Venezuela ‘da seçilmiş başkan Hugo Chavez’in düşürülmesi için girişilen fakat başarısız olunan askeri darbe, 2003’te Saddam’a yapılan darbe ve 2013’te Mısır’ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye yapılan askeri darbe ABD’nin desteklediği ve yönettiği darbelerden bazıları.

Maalesef ABD, Brezilya’da eksik bir adımla başarılı oldu. Fakat, Türkiye de fazla adımına rağmen hezeyana uğradı. Brezilya’da bizim ‘’17-25 Aralık’’ senaryosu başarıya ulaştı. Türk milleti ise basiretini ve ferasetini göstererek bu oyuna gelmedi. ABD, ileri seviyedeki bir sonraki hamlesini 15 Temmuz’da yaptı ve yine başarılı olamadı. İnşallah bir sonraki hamlesinde de bu milleti mağlup edemeyecek ve dikenlere dolanacaktır…