Elbette bu soruyu ülkemizin en kanlı darbe girişiminde evlatlarını, babalarını, analarını, eşlerini yitiren insanlara sormuyorum. Savaş uçaklarıyla vurulan sevdiklerinin bedenlerinden geriye bir parça kül kaldığından, eline bayrağa sarılı boş bir tabut verilenlere de sormuyorum. Çünkü onlar tertemiz yüreklerini, “arkaik ideolojilerle”, pespaye siyasi hesaplarla kirletmediklerinden baş düşman olarak Pensilvanya şeytanını ve efendisi ABD’yi net olarak görebiliyorlar.

Biliyorum, bu satırları okuyan pek çok insan, berrak bir Anadolu ahlakına sahip olduğundan: “Darbeyi FETÖ’nün yaptığından kim şüphe edebilir? Binlerce kişi yargılandı, yüzlerce general suç işlerken yakalandı, tanklardan, uçaklardan ateş emri veren katiller müebbetle cezalandırıldı” diyebilir.

Bu soruyu isterseniz, terör örgütünün yurtdışına kaçmayı başarıp, Kanada’dan İsveç’e, ABD’den Almanya’ya kadar Batı’nın tüm başkentlerinde Türkiye aleyhinde kampanyalar yürüten örgüt mensuplarına soralım.

Bunca vahşete rağmen, liderlerine büyük sadakatle bağlı bu kişiler, Türkiye’de yasaklı olmayan siteler vasıtasıyla yayın yapıyorlar. Hatta bazıları yine liderlerinin emriyle “cemaat eleştirisi” dahi yapıyorlar. Böylece ne kadar demokrat olduklarını efendilerine de göstermek istiyorlar. Fakat, 15 Temmuz darbesindeki suçlarıyla ilgili tek bir satır yok sözlerinde; darbeyi “cemaatlerini yok etmek için” Cumhurbaşkanımızın tezgahladığına dair pek çok yazı var buna karşın.

Bu sözler bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi? Kan gölünün ortasında, henüz cenazelerimizi dahi defnetmemiş iken ülkenin ana muhalefetinin lideri de “tiyatro” demiş, FETÖ destekçileriyle İstanbul’a kadar yürümüştü.

Hayır. Bu soruyu, teröriste neden soralım? Cevapları belli değil mi? Üstelik, baştan aşağı yalanlarla bina edilmiş bir örgütün mensupları ne diyebilir ki?

Soruyu, 15 Temmuz sonrası şehir şehir gezip “darbelere ve militarizme karşı” çıkan, sonrasında ise FETÖ’cülükten tutuklananların serbest kalması için kampanya düzenleyenlere soralım bence. “Cezaevlerinde çocukların işi ne” masum tezviratı üzerinden militanların serbest kalmasına çalışanlara soralım.

“Üst yapı ABD’nin tezgâhına gelmiş olabilir, fakat on binlerce dindar insanı; tesettürlü ablaları, gazetecileri aynı kefeye koymamak lazım” diyenlere soralım, ne dersiniz?

Üstelik, o “Masum dindar sosyoloji” bugüne kadar tek bir pişmanlık belirtisi dahi göstermemiş ve “İblis’in yeni emirlerini” heyecanla internet başında bekler iken..