28 Şubatçıların bu ülkeye yaptığı en büyük ihanet, kendi ikballerine tehdit olarak gördükleri dini inanış ve yapıları tahrip etmeleridir. Bin yıl devam edecek dedikleri bu süreç Ak Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle zaman içerisinde etkisini kaybetmiş hatta özellikle 2010 referandum sonrası yok olmaya doğru gidiyor gibi gözükmesi maalesef hepimizi aldatmıştır.

28 Şubat sadece fiziksel bir darbe olarak algılanmasının nasıl büyük yanılgılara yol açtığı 15 Temmuz’da daha açık bir şekilde görülmüştür. Artık şu bir gerçektir ki; 28 Şubat çok yönlü hesap edilmiş ve sonuçları kısa, orta, uzun vadede hesaplanmış çok ciddi bir planlamanın ürünüdür.

Bugün başörtüsü kullanmak tamamen serbest olmasının yanında tüm eğitim, çalışma ve kamu hayatındaki inançlara yönelik tüm engeller kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en geniş özgürlükleri tüm kesimlerce kullanılmaya başlanmıştır. Bunun bedelini defalarca ödeyen AK Parti ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın tüm baskı ve tehditlere rağmen ısrarcı tutumuyla bu tür özgürlükler toplumda kutuplaştırıcı olmaktan çıkmış, eşitlik ve adalet ilkesi tavizsiz uygulanmıştır.

Hatta her seçim öncesi şeriat geliyor, laiklik elden gidiyor, bunlar bizi çarşafa sokacaklar diyen paranoyak kafalar bile bunları propaganda yapmaktan vaz geçmiş, yeni yalan ve iftira alanları bulma peşine düşmüştür.

Ancak 28 Şubatçıların mütedeyyin ve muhafazakâr kitleleri en büyük tehdit gördükleri dinden uzaklaştırmak için tez-antitezini de kendi andıçladıkları medya üzerinden Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk gibiler sayesinde toplumun dini değerlerinin alt üst edilemeye başlandığı gerçeği hiç ama hiç unutulmamalıdır.

O süreçte öyle bir fitne ateşi yakıldı ki Refah ve Fazilet Partilerinin ard arda laiklik gerekçesiyle kapatılmasıyla siyasi desteğini kaybeden dini cemaatler arasında büyük panik yaşandı. Birçok gönüllü cemaat mensubu cemaatlerinden koparak bireyselleşmeye psikolojik olarak zorlandı. Cemaatlerinden kopmayan azınlık ise kendini saklama derdine düştü.

Bireyselleştirilen ve kendi gelecek kaygısına düşen muhafazakâr kesim bu süreçte derin bir sessizliğe bürünürken 28 Şubatçılar, boş durmadılar ve milletin inançlarını yaşayabilme taleplerini kendi tasarladıkları kalıplar üzerinden topluma dayatmaya devam ettiler.

İşte o güne kadar sessiz sedasız faaliyetlerini sürdüren ve bu durumu kendisi için fırsat bilen Fethullah Gülen’in 28 Şubatçılarla uzlaşmak talebi işe yaradı ve daha önceleri farklı tarikatler üzerinden ifadelendiren cemaat ismi bu hareketle özdeşleştirilirken diğer cemaatler ise gerici-irticacı örgüt kapsamında rejimin kara listesinde yer aldı.

2002 sonrası diğer cemaatlerde kısmi toparlanmalar yaşandığı söylenebilirse de FETÖ’nün 28 Şubat’tan itibaren dini alanı doldurmaya başlamasının yanında, AK Parti’yi de alenen desteklemesiyle FETÖ’cülerin devlet içinde ciddi mesafe aldığı görüldü.

Yıllarca inançlarından dolayı dışlanan birçok insan için bizim teşkilatlarda yetişmemiş de olsa FETÖ’cülerin o zamandan başlayan süreçte devlet içerisinde yer alması ve hızlı yükselmesinde anormallik yoktu. Çünkü bunlar namazlı-abdestli insanlardı ve onlardan zarar gelmezdi…

Bugün bu ihanet şebekelerinin asıl niyetleri, bu oyunu oynayanların gerçek yüzü ortaya çıktı. Bu ülkenin değerleriyle nasıl savaştıklarını hep beraber gördük. 28 Şubat’ın bize ne kadar ağır bedeller ödettiğini gördük ama henüz bu savaşı kazandığımız zannedilmesin.

Bundan sonrası aynı tehlikeleri yaşamamak için özellikle Diyanet İşleri Başkanlığımızın daha dikkatli ve çok daha gayretli çalışmalarına ihtiyaç vardır. Bir tehlike savulmuştur ama bu alanda yeni tehdit unsurları kendilerine boşluk aramaktadır. Din üzerinden bizi gözüne kestirip duygularımızı kendi güç oyunlarına alet etmek isteyenlere karşı ise yapabileceğimiz en kolay iş; çok okumak ve beynimizi başkasının kullanmasına izin vermemek olacaktır.