Şüphesiz ki 20 yıl öncesinde bu memlekette Kur’an okutmak neredeyse yasaktı. Camilerde çocukları okutamazdık. İmam Hatiplerin sayısı ve durumu kötüydü. Vaiz ve imam alınmazdı. Maddi durumlar perişandı. Cenab-ı Hakk’a hamdolsun ki, nice imkânlar açıldı. Sebep olanlardan Allah razı olsun.
Ama ne yazık ki genel manada eğitim konusunda fazla bir şey yapılamadığı gibi, İmam Hatipleri çekersek, diğerleri daha da kötüye gitti. Başörtüsü serbest olsun diye getirilen kıyafet serbestliği ise giyimleri mahvetti. Herkes arzu ettiği gibi giyiniyor, edep, hayâ namına bir şey kalmıyor. Talebenin kendisine yakışan bir giyim tarzı olur, öğretmenin de. Biz bunları gördük. Ya şimdi?
Tabii ki seçmeli dersler olarak getirilen Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin hayatı ve Dini Bilgiler veliler ve idareciler tarafından destek görmeliydi. Maalesef bunda pek başarılı olamadık. İnsanlarımız önceliği dünyalığa verdi. ‘O nasıl olsa olurdu ya da olamasa da olurdu.’ Allah korusun!
Yanlışlar da oldu bu arada. Kadınlar ve kızlar işe derken yuvalar dağıldı. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa ile cinayetler ortaya çıktı. Güya erken evlenmiş diye genç babalar hapislere tıkıldı. Beraber yaşama, sevgili ve arkadaş tutma serbest iken, dini nikâhla evlenmek yasaklandı. Bunlar tam da düşmanlarımızın istediği, sevindiği ve bıyık altı güldüğü şeylerdi! Yıllar önce ‘Gençlik deistliğe gidiyor’ diye öğretmenler topluluğunun bir istatiski açıklanmıştı ama adamlar neredeyse bir kaşık suda boğulacaktı.
“BİZE KUR’AN YETER”
Şimdi ne halde gençlik? Sözüm ona güya din adamlarından biri de gençliğin deistliğe gelmesi iyi bir sonuç diyor. Onlar Kur’an bize yeter, onu abdestsiz de alabilirsiniz, mealinden de anlayabilirsiniz derken; Kur’an’ı küçük düşürdüler, şimdi de tekmelenmesine şahit oluyorlar? Zaten yıllardır Sünnet’e hücum ediyorlardı. Hatta birileri ‘Kur’an ayetleri bile değişsin’ derken bir diğeri; ‘Bunlar Allah’ın sözü olabilir mi?’ diyordu. Kur’an kıssalarının tarihsel olduğunu söylüyordu. Bunlar bu milletten şu ya da bu şekilde geçinen müreffeh insanlardı. Bütün bunlar bize Allah Rasülünün hadislerinde bahsettiği, “Bize Kur’an yeter” diyen insanlar çıkacak haberlerini ve mucizelerini hatırlatıyor:
-"Bana, Kur'an-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, 'Sadece şu Kur'an'a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin,' diyecek bazı müreffeh kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Rasûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir." (Müsned: 4/130-133; Tirmizi İlim, 2660 No’lu hadis.)
Eğer aslımıza uygun nesiller yetiştiremezsek top ve tüfekler de işe yaramaz! Onlar kendimize döner. Bunun örneklerini çok gördük.
“Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya” diyen, üstadın çektiği çileler ve Allah’ın bize bahşettiği bu günler heba olup gidiyor sanki. O gençlik olmadan heba olur ne yazık ki!
Allah rızası için Cumhurbaşkanımıza arz ediyoruz bütün bu dertlerimizi. O daha ne yapsın ki? İçerden ve dışardan nice düşmanlarla uğraşıyor. Allah yardımcısı olsun.
İNSAN NİÇİN YARATILDI?
İnsan! Acaba niçin var şu dünya hayatında? Niçin yaratıldı o? Onu Yaratan niye yarattı ve gönderdi bu âleme?
Böylesine soruların hücum ettiği bir gönül hali yaşarız zaman zaman… Ya da yaşamalıyız. Yoksa insan olmanın ve insanca yaşayıp-yaşamamanın ne anlamı olabilir ki?
Gözünüzün önünde biriken ve tek tek ele alınıp çözülmesi gereken pek çok problem var bugün. Ne yazık ki insanımız nereden gelip nereye gitmekte olduğunu neredeyse hiç düşünmüyor. Sadece dünyasına has bir hayatın içinde debelenip duruyor. Genciyle-ihtiyarıyla pek fark etmeden… Hele gençliğin hali! Ne kadar da dehşet verici! Yazık oluyor onlara. Bomboş bir hayatın içinde hebâ olup gidiyor onlar. Ne kadar da üzülüyor insan.
Okulların, üniversitelerin önünü görüyor musunuz bazen? Oralara bakınca boşluğu, hiçliği, anlamsızlığı ve maneviyatsızlığı hissediyorsunuz. Nereye hazırlanıyor onlar? Ne elde edecekler acaba bu halleriyle? Sadece dünyalık adına bir ömrü hebâ etmek… Bu akıllı bir iş mi acaba? Ya ölüm! O gelecek ya bir gün.
Yoksa gelmeyecek mi sanıyor bu insanoğlu? Bu çok değer verilen, uğruna masraflar edilen, edasına-süsüne nice özen gösterilen, giyim-kuşam ve kuaförüne yetişilemeyen şu beden, o kara toprağa yatmayacak mı? Haydi, ne olacak ondan sonrası? Sanki unutulacak mı ondan öncesi?
Apaçık işlenen fuhşiyyatı işitince dehşete kapılıyor insan. Artık kıskançlıklar da bitti neredeyse. Eyvah ki eyvah!
Şair nasıl da demiş:
Nice güzel yüzler vardı ki, toprak olmadı mı?
Nice ceylan gözler vardı ki, toprağa akmadı mı?
Ey insan! Genç, orta yaşlı ya da ihtiyar… İşte düşünmen gereken gerçek… Hiçbir zaman kaçamayacağın hakikat!
BAŞIMIZA TAŞLAR YAĞDIRMA ALLAH’IM!
Ey İnsan! Bugün yaptığın şey, kendi kendinden kaçmak. Bizzat kendin, kendini aldatıyorsun. Yarın eyvah diyeceksin. O zaman kim ya da ne koşacak imdadına. "Hesap gününün sahibi olan Allah'ın" (1 Fatiha 3) huzurundasın. O'ndan başka nereye gidebileceksin? Zaten insan kıyamet ânında da soracak ve ona şöyle cevap verilecek:
"Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: "kaçacak yer nerede?" der. Hayır, hayır; bir sığınak yoktur. O gün, sen, Rabbinin huzuruna varıp durursun. O gün, insanoğluna önde ve sonda yaptığı ne varsa bildirilir. Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir."(75 Kıyamet 7-15)
Hal böyle olunca bugünkü boş vermişliğin, ahlaksızlığın, anlamsızlığın acısı o gün çekilecek. Bugün çocuklarına bu yönde rağbet etmeyenler, yarın onun acısını nasıl da tadacaklar. Bu zevk, bu istek ve arzular, şu bedenin Allah'a ait olan hususlarda tembelliği nasıl telafi edilebilecek? Bu mümkün mü? Asla değil!
Boşlukta dolaşan ve nereye düşeceği belli olmayan bir cisim gibi oradan oraya dolaşan insanımıza, acımaktan başka yapacağımız tek şey, onlara bu gerçekleri hatırlatmak, iyiliği emredip kötülükten yasaklamaktır. Faizin, içkinin, kumarın, fuhşun, yalan ve hırsların boyunduruğu altında koşuşturan insanımıza, gençliğimize Rabbimiz akıl feraset versin. Bir daha hiç elde edilemeyecek bir ömrün böylesine kötülüklerle heder edilmesi, ebedi cennet gibi bir hayatın kaybına sebep olduğu gibi, acısı ve ıstırabıyla herkesin kaçmak isteyip kaçamadığı bir cehennem hayatını da getirecektir kişiye. Artık o gün ne ihtişam vardır, ne debdebe. Ne güzellik vardır ne yakışıklılık… Ne dünya neş'esi vardır ne de hırsı. Âh insan âh! Âh insanımız âh! Âh mü'min kardeşlerimiz âh! Âh gençliğimiz âh! Nasıl da yazık ediyorsun kendine.
Böylesine bir hayat içinde ve "nemelazımcılık" gibi âfetin karanlığında yol alırken, eski ümmetler geliyor aklımıza. Nice helâk çeşitleriyle mahvolan topluluklar. Sonra da şöyle diyor ve sığınıyoruz Rabbimize: "Başımıza taşlar yağdırma Allah'ım!"
KUR’AN VE SÜNNET’E YAPIŞINIZ!
Ölçü şudur: Her an, her zaman ve mekânda Allah ile olmak! O'nu zikretmek... O'na ibadet etmek... Hatta dünyaya ait bütün fiillerimizi de O'nun rızasını kazanmak doğrultusunda ayarlamak... Gerçekten böyle bir genç "Allah'ın arşının gölgesinde" olacaktır. Ona bütün nefsanî şeyler kendisini arz ederken O, Allah ve Rasûl’ünü tercih ettiğinden dolayı Rabbinin sevgili kullarından olacaktır.
Evet, tek kalbimiz var, o halde o kalpte de bir tek sevgi olmalıdır. Zira;
"Allah, insanın içinde iki kalp yaratmamıştır." (33 Ahzab 4)
Bütün bunlar da canımızdan daha kıymetli olan iki şeye yapışmakla ortaya çıkar. Onlar Kur’an ve Sünnet’tir. Onları ruhumuzda ve bedenimizde canlı tutmalıyız ki, dünyamız ve özellikle ebedi olan ahiret hayatımız güzel olsun. Bunu başaranlara ne mutlu!
İşte Peygamber Efendimiz’in (sav) uyarı ve müjdesi:
“Size, sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacağınız iki şey bırakıyorum. Allah'ın Kitabı Kur’an ve Peygamberinin Sünneti.” (Muvatta" Kader, 3)
Allah ve Rasûl’ünün sevdiği bir genç olabilmek için, gönlümüzde Hakk'ı zikredelim. Beden ve dünya âlemimizi de gönlümüz Sultanının emrine uygun hale getirelim. Evet, bu gereklidir. Zira Allah'ın "en güzel şekilde yarattığı" insan, ruhen ve bedenen güzel olmak mecburiyetindedir.