Bu ülkede “Kürt” olarak doğmanın ne demek olduğunu, bunun dindarlaşmayla birlikte nasıl bir baskı aracı olduğunu gelin bana sorun…

1990’lı yıllarda devlet ve PKK çatışırken “Kürt” olmanın ağırlığı altında hepimiz ezildik. Siyasal bilinciniz olsun olmasın o dönemlerde “potansiyel” değer taşıyorduk…

Eğitim döneminizde gözaltına alındığınızda hem Kürt hem dindar kimliğiniz varsa iki defa şüpheli durumundaydınız ve dayağı iki defa yiyiyordunuz… İş yaşantınızda İstanbul’a gelmiş, biraz işinizi doğru yapmış ve rızkınızı kazanmışsanız sizinle baş edemeyen rakipleriniz o dönem ihbarlarla “Bunlar PKK’lı” diyerek devlete fişliyor ve sizi saf dışı etmeye çalışıyordu. Aynı camiye gittiğiniz insanların arasında Kürtçe dua yaptığınızda size şöyle alttan bakanlar olur ve “Allah’ın evinde bölücülük yapmayın” derlerdi.

PKK, sizi ideolojisine uzak kalmakla ötekileştiriyor, sistem de sizi kimliğinizden dolayı kabul etmiyordu…

Hayatım boyunca bu iki kimliğin çok ciddi bedellerini ödedim ve hala da ödemeye devem ediyorum…

Bunları niye yazma gereği duyuyorsun diyenler olabilir, açıklayayım…

2002’den bu yana özellikle Kürt meselesinde gerçekten Türkiye’de çok büyük değişiklikler oldu, en azından görünür olarak “Kürt” demekten insanlar korkmaz oldu, ancak arka planda birileri için hala kendi gerçekleri ile yüzleşmek zor oldu…

Nokta dergisinde çalıştığım andan itibaren özellikle Kürt sorunuyla ilgili haberler yapıyorum ve bildiklerimi de söylemekten çekinmiyorum… Ancak bu söylediklerimin birilerini rahatsız ettiğini biliyordum; ama çekinmiyordum…

KCK operasyonları yapıldığı sırada yazdığım birkaç yazıda bu operasyonun doğru olmadığını ifade ettim. O dönem Taraf ve sonra Sabah gazetelerinde çalışıyordum. KCK operasyonları yapıldı ve insanlar tutuklandı. O dönem Ferhat Kentel’in nasıl tutuklanacağı, Ruşen Çakır’ın tutuklanmaktan nasıl kurtulduğunu daha sonra öğrendik. Ancak ben KCK’dan tutuklanacağımı yakın zamana kadar bilmiyordum.

KCK operasyonlarında basın ayağı olarak gözaltına alınan Cengiz Kapmaz’ı cezaevinden çıktıktan sonra ziyaret ettim. Ziyaret sonrasında Cengiz Kapmaz “Sen ucuz kurtuldun” deyince meselenin özünü anladım…

KCK operasyonlarını yapan dönemin polis şefleri, bu operasyonlara karşı çıkan kim varsa tek tek listeye almış ve tutuklamaya çalışmışlardı. Gözaltına alınanlara, “KCK basın birimine üye olduğumuz” ifade edilmiş ve bu meyanda sorular yöneltilmişti. “Ferhat Kentel, Mithat Sancar, Ruşen Çakır ve benim gibi 12 gazetecinin bu birime bağlı çalıştığı” vurgulanıyordu. İddiaya gerekçe olarak ise, o dönem Asrın Hukuk Bürosu’nun bizimle yaptığı görüşmeler gösteriliyordu. Oysa Asrın Hukuk Bürosu, o dönem Öcalan’ın çağrısı üzerine Türkiye’nin farklı kesimlerinden görüşler topluyordu. Görüşü alınan insanlar arasında polis akademisinden güvenlik bürokrasisine, üniversite hocalarından bürokratlara, gazetecilerden sanatçılara ve kanaat önderlerine kadar geniş yelpazede isimler vardı. Ekrem Dumanlı’sından Emre Uslu’suna kadar… bu listede yok yoktu.

Emniyet birimleri, bizi bu görüşmelerden suçlayınca, “Bu görüşmeler suçsa Emre Uslu, Ekrem Dumanlı gibi insanlarla da görüştük, onlar da gazeteci, onları neden suçlamıyorsunuz?” diye sorunca olay başka bir boyuta taşınıyor ve bu yöndeki sorular gözaltında kesiliyordu. Emniyet’ten Ali Bayramoğlu’na Ferhat Kentel’in tutuklanacağı bilgisi ulaşınca o da girişimlerde bulunuyordu.

Eğer o gün Ali Bayramoğlu başta olmak üzere yapılan o temaslar olmasaydı belki ben ve benim gibi 11 kişi “KCK basın ayağı” olarak yaftalanacak ve içeri alınacaktık. İçeri alındıktan sonra… Bu mesele hakkından bu kadar yazıp çizmişsen… Anlat derdini anlatabilirsen…

KCK’dan kurtulduk, peki PKK medyası, Parelel ve bazı dindar gözüken beynamazların kalemlerden kurtulduk mu; onu da yarın anlatayım.