Hani bir söz vardır, “korktuğum başıma geldi” diye. İnsanların çoğu bu cümleyi söylerken bile sanki o anı yaşıyormuş gibi titrer, çekinirler.  Şu sıralar Avrupa ve ABD gibi kapitalist ülkeler aynı hal üzerindeler ve korktukları başına gelmek üzere inşallah. Peki, korktukları şey ne? Neden ürperiyorlar? Sömürülenlerin, ezilenlerin, hakları gasp edilenlerin bir gün gelip, “ne oluyor?” diye ABD ve Avrupa’yı sorgulamaya geçmeleri, kapitalistlere isyan etmeleri…   

Evet. Gerçekten de korktukları şey başlarına geliyor. Örnek mi? Mesela, Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nun ABD’yi hedef alan konuşmaları. Şöyle diyor Duterte.  “Sizin için(ABD) kendimizi feda ettik. Vatanımızı ele geçirdiniz. Halen buradasınız. Sizin varlığınız nedeniyle 2. Dünya Savaşı’nda çok acılar çektik. Burada olmasaydınız, ülkemiz böylesine büyük bir yıkım yaşamazdı. Sizin yüzünüzden 200 bin Filipinli hayatından oldu.

Beni CIA vasıtasıyla devirmek mi istiyorsunuz? Cesaretiniz varsa deneyin. Şerefimi, yaşamımı ve başkanlığımı hiçe saymış biriyim. Başıma ne gelirse gelsin kaderden başka bir şey değildir. Eğer devrileceksem, bu da başkanlığımın bir parçasıdır.” Bir başka örnek ise Azarbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in konuşmaları. O da hem Avrupa’ya entegre olalım diyenlere karşı tepki koymak, hem de Avrupalıların ikiyüzlülüğünü göstermek adına şöyle diyor.“Artık hem bölgemiz, hem dünya değişti. Biz kendi siyasetimizi kendimiz yürütüyoruz ve kimsenin sözü ile oturup kalkmıyoruz. Bazıları bizim Avrupa’ya entegre olmamız gerektiğini düşünüyor. Müslümanlara, ‘dur’ diyenlere, Müslüman mültecilere çifte standart uygulayanlara, onları kafeste tutanlara mı entegre olalım yani?”

Bu konuda Türkiye’nin tavrını söylemeye, konumunu, ne düşündüğünü belirtmeye gerek yok sanırım.

İşte Avrupa’nın ve ABD’nin korktuğu şey buydu; sömürülenlerin, ezilenlerin, hakları gasp edilenlerin bir gün gelip, “ne oluyor?” diye sorgulamaya geçmeleri, kapitalizme isyan etmeleri…

Avrupa ülkeleri ve ABD o kadar aymaz ki, sömürmek için dünyayı kendi aralarında parsellemişler. Fakir ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürüyor, kanını emiyor ve hiçbir şey olmamış gibi rahatça yaşıyorlar. O kadar aç, o kadar sefil, lokma ekmeğe ihtiyaç milyonlarca insan varken, bu acı tablo umurlarında bile değil. Kendileri konfor içinde yaşarken dünyanın diğer tarafında insanların açlıktan ölmeleri problem değil onlara göre. Suriye mesela? Avrupa ülkeleri ve ABD zalim Esed’i desteklemekten vazgeçmedikleri gibi, onun zulmünden kaçanları da memleketlerine almıyor, beğenmiyorlar. Bir Avrupa ülkesinde, Suriye’li göçmenlerin üzerine işedikleri fotoğrafları hatırlarsınız sanırım.

Peki, ne oldu da sömürülen ülke liderleri bir anda ayaklanıp Batı’ya ve ABD’ye kafa tutmaya başladı? Ne değişti de ABD’ye ve Batı’ya hesap sorar oldular?

Bunda, Recep Tayyip Erdoğan’ın öncü rolü şüphe götürmez sanırım. Hani derler ya, “yiğidi öldür ama hakkını yeme” diye. Aynen öyle. İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e, Davos’ta, tüm dünyanın göz önünde ayar vermesiyle başlayan zulme başkaldırı, ardından BM’de söylediği, “dünya beşten büyüktür!” sözü, tek başına, dünyayı sömüren Batılı devletleri ve ABD’yi sarsmaya ve mazlum milletleri uyandırmaya yetti de arttı bile.

O kadar zulmüne, o kadar insan haklarına aykırı icraatlarına rağmen şimdiye kadar kimse korkusundan İsrail’e söz söyleyememişti. Hala da öyle değil mi? Ama bir yiğit çıktı Anadolu’dan ve, “herkes kaderini yaşayacaktır, öleceksek adam gibi ölelim.” diye, zulmünü İsrail’in yüzüne haykırmaktan çekinmedi. Yetmedi, BM’de de tüm sömürgecilerin yüzlerine karşı da, “siz haksızsınız, dünyayı sömürüyorsunuz.” dedi.

Korkma, çekinme, ürke sırası mazlumlardan, hükmedenlere geçti şimdi. Mazlumlar, “verecek bir canımız var, özgürlüğümüz için feda olsun” moduna geçerken, egemenler, “nasıl olurda bunları yeniden kontrolümüz altına alabiliriz?” diye kara kara düşünmeye başladılar.

Bu saatten sonra oldukça zor olsa gerek sömürülenlerin yeniden kontrol altına alınmaları. Çare onlara göre, Anadolu’dan tüm dünyaya yükselen Tayyip’in o haklı sesini kırmak. Yani, gerek içerdeki işbirlikçilerle, gerekse dışarıdan fiili saldırılarla Recep Tayyip Erdoğan’ı yıkmak. Yoksa, belli ki bu deli(!) başlarına daha çok iş açacak. Ve, ayaklanmayan, sorgulamayan, itiraz etmeyen, hakkını istemeyen kimse kalmayacak dünyada.

Evet. Ezilen, sömürülen halklar ayaklanıyor bir bir. Tayyip Erdoğan’ın sömürü düzenine karşı başlattığı başkaldırı, İslam olsun ya da olmasın mazlumların sinesinde olumlu karşılık bulmaya devam ediyor.

İletişimin güçlü olduğu bu çağda, bu saatten sonra sömürgeciler korksun artık, mazlumlar değil.