İnsan olmak, deriz her zaman bir konuya başlarken; şöyle olmayı gerektirir, böyle davranmayı gerektirir diye de maddeleştiririz. İnsanın cinsi olan kadın peki nasıl olmalı dendiğinde hemen diğer bir cins olan erkek ile kıyaslanır. Çok saçma ama insan adı altında kalıplaşan genel maddeler cinslere yani cinsiyetlere ayrılmaya çalışılırken hep kıyas durumuna geçmektedir.
Kadın; Rabbimin gözettiği, cennet ayaklarının altında diyerek üstün kıldığı varlık. Lakin yaşadığımız dünyada, toplumda bu durum ne yazık ki üstünlükten farklı bir durumda yaşanmaktadır. Kadın; anne, eş, evlat olma rolleri ile ömrünü son noktaya kadar vazifeli bir işçi gibi devam ettirmektedir.
Doğduğu anda gülüşleri ile ailenin içini ısıtan, büyümeye başladıkça babaların nadide çiçeği, yaş alıp serpildikçe büyüdüğü çevreyle şekil alan kadın... Doğduğun ev kaderin, doğduğun coğrafya kaderin hikayelerinin tek sırtlananı kadın...
Doğumuyla yaşayacakları bir anda şekil alır kadının... Özgürlüğü; yaşadığı eve, çevreye bağlı şekil alır. Modern bir toplum içinde (antrparantez belirtmeliyim modernlik çarpık hayat yaşamak değil tabii ki) çağın gereklerine göre eğitim, sevgi, saygı ile büyütülen; haklarının bilindiği, korunduğu bir aile ile yaşama başlamak. Bu hayal edilen ama ne yazık ki günümüzde çok az bir zümre tabakanın verebildiği, yaşayabildiği bir hayat.
Bir de gelenek ve göreneklere göre, ataerkil bir yaşamın benimsendiği, kadının yani kız çocuğunun söz hakkının pek olmadığı, doğumundan ölümüne kadar kendi kararları dışında bir hayatı yaşamak zorunda kalanların hayatı...
Kadın... Eş, evlat...
Bizim toplumumuzda sıkıştığı konum ne yazık ki bu... Hayalleri yaşadığı çevre kadar kalan, umutları ona gösterilen kadar var olan, sevgiyi verilen kadar anlayan... Peki sonuç? Haberlere konu olan veya olmadan haberimizin bile olmadığı yıkık dökük hayatlar yaşayan kadın hikâyeleri…
Merhametli, kalbî sevginin en ama en temizini, büyüğünü taşıyan kadın neden bu kadar hor görülüyor? Anne-baba evinde okutulmamışsa evlendiği güne kadar bir evi çekip çevirme işi çocuk yaşta yük yapılıp sırtına veriliyor. Evlenirken çoğu yerde olan durum sorulmadan işi iyi, ailesi varlıklı, anne babayı çevre çok övdü gibi geleneksel bahanelerle sorgusuz, sualsiz baş göz ediliyor. Pekiii daha sonra, oh rahata erdi, denebiliyor mu bu kız çocuklarına? Hayır... Çünkü yeni sahip olduğu aile, getirildiği konum, sırtındaki yükün üstüne bir kat daha biniyor. Bu sefer evlat, eş, gelin ve bir de çocuk; vazife, çarpı üstüne çarpı.
Kadının adı olmalı; sevmeyi, sevilmeyi öğretmeli. Gördüğü ile değil yaşayarak kendi istediği için kararlar vererek yaşamalı. Gözlerini açtığı anda gelin olunca nasıl üzüleceğini konuşmamalı anne baba... Onun nasıl başarılı, mutlu, huzurlu bir hayatının olacağının hayalini kurmalılar... Eş olduğunda anlaşılmalı, evlat olduğunda erkek evlat ile aynı yürekte olmalı, anne olduğunda sevgi, saygı görmeli...
Her kadını da doğuran anne ama gerçekten bazen kızı için kendi yaşadığının aynısını isteyen de anne, yaşadığının daha iyisine sahip olmasını isteyende anne.. Kızlarımızı sevelim, gözetelim...
Dünyanın en güzel varlığı kadın... Sevildiğinde çok iyi bir evlat, eş, hayata umutla bakan eğitimli bir birey...
Yaşadığımız ev, çevre, kaderimiz olmamalı... Eşitlik, sevgi ve saygının olduğu toplumlarda yaşamak dileği ile...
Saygılarımla...