Dünyanın 3 kıtasına yayılmış Osmanlı topraklarının, parçalanmasının bir numaralı müsebbibidir İttihat ve Terakki. Koskoca Osmanlı’nın küçük toprak parçalarına bölünmesi ve yutulması için kolay lokmalar haline getirilmesini sağlayan İttihat ve Terakki, Siyonist güçlerin emellerine hizmet etmiştir. Muhteşem dehayla Osmanlı’yı 33 yıl boyunca ayakta tutan Sultan Abdülhamid Han’ı "Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet" sloganlarıyla tahttan indiren İttihat ve Terakki oluşumu, günümüzde de çeşitli isimlerle varlığını sürdürmektedir.

Geçtiğimiz hafta, İttihat ve Terakki belâsının, melanetlerinden bazılarını anlatmıştık. Bu haftada, kaldığımız yerden devam edelim.

Bâb-ı Âli Baskını, 23 Ocak 1913’te Hürriyet Kahramanı (!) Enver ve meşhur İttihatçı Talat’ın başını çektiği bir grup tarafından hükûmet binası olan Bâb-ı Âli’nin basılmasıyla yapılan askeri darbedir. Bu baskın sırasında Harbiye Nazırı Nazım Paşa katledilmiş, Sadrazam Kamil Paşa’ya zorla istifa mektubu imzalatılmıştır. Darbe sonrasında Mahmut Şevket Paşa Hükümeti kurulmuş ve İttihat ve Terakki Partisi yönetime hâkim hale gelmiştir.

OSMANLI, BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA GİRDİ 

Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914’te Almanya ile İttifak Devletleri safında yer almak üzere gizli bir antlaşma imzalamış “silahlı tarafsızlık” ilan etmiştir. Buna rağmen Akdeniz’de İngiliz Donanması önünden kaçan Alman Goeben muharebe gemisi ile Breslau ağır kruvazörü, Çanakkale’den Marmara’ya buyur edilmişti. Amiral Souchon komutasındaki bu iki savaş gemisinin Osmanlı sularına kabulü Enver Paşa’nın emriyle olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu gemileri Almanya’dan satın aldığını açıklaması ve gemilere Yavuz ve Midilli isimlerinin verilmesi de İttihat ve Terakki’nin başındaki beyinsizlerin işidir. Gemilerdeki Alman mürettebatın Osmanlı Donanmasına ait subay ve erat üniformaları giyerek vazifelerini sürdürmeleri, Amiral Souchon‘un Osmanlı Donanması Komutanlığı’na getirilmesi ise İngilizler ve müttefiklerini iknaya yetmemişti. Her şey halledilmiş gibi görünürken, söz konusu gemiler Karadeniz’e açılmış ve Rus limanını bombalamıştı. Böylece Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girmiş oldu. 15. Kolordu’ya Alman General Weber’in tayini, 3. Tümen Kumkale Bölgesi’ne Komutan olarak Albay Nicolai’nın getirilmesi, 1. Ordu Komutanlığı Alman Danışma Kurulu Başkanı Alman Yahudisi Mareşal Liman Von Sanders’in yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla vazifeli 5. Ordu Komutanlığına tayini ve dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3. Kolordu’nun da Alman Mareşalin emrine girmesi, üstelik bunu da Alman İmparatorluğu’nun talep etmesi milletin sinesinde ayrı bir yara olarak kaldı. Bunlar savaş sırasında hazmedilse de savaş sonrasında milletin sinesinde bir ukde idi.  

İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN EN BÜYÜK ESERİ (!) OSMANLI’YI SAVAŞA SOKMAKTIR 

Öte yandan İtilaf Devletlerinin önde gelen bir ismi İngiliz Bahriye Nâzırı Sir Winston Leonard Spencer-Churchill de bir Yahudi’dir. Savaşın her iki cenahının başları Yahudiler ve Masonlarca teşkil edilmiş olması, dikkatli gözlerden kaçmaması gereken bir husustur. Yahudiler ve Mason biraderleri tarafından çıkarılan bir dünya savaşı ve sonrasında milyonlarca ceset, Siyonist zihniyetin ürünüdür. Hem bütün milletlerden intikam aldılar hem de “Yeni Dünya Düzeni”ni uygulamaya koydular. Hangi millete nasıl bir rol biçmişlerse, bunlar teker teker tahakkuk etmiş ve yaşanmaktadır. Sonuç itibâriyle İttihat ve Terakki belası yüzünden başta tüm Balkanlar olmak üzere, Asya ve Afrika’daki topraklar kaybedildi. 700 bin Osmanlı askeri ve 6 buçuk milyon sivil şehit edildi.

İTTİHAT VE TERAKKİ, HALEN YAŞIYOR!

Osmanlı Devleti’nin dağılmasında büyük gayreti olan İttihat ve Terakki, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra birdenbire ortadan kaybolmadı. Artıkları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kadar var oldu. Milletimizin başına bela olmuş zihniyet, varlığını bugüne kadar sürdürmüştür. 31 Mart Vak’ası ve Bâb-ı Âli Baskını gibi olayların gelişmesi ve sonuçlarına bakınca İttihat ve Terakki’nin halen yaşadığını, halen bu milletin arasında habis ur gibi dolaştığını görebilirsiniz.

İTTİHAÇILARA GÖRE, TOPLUM YÖNETİLMESİ GEREKEN BİR SÜRÜDÜR!

İsimleri değişse de, millete, dine ve dindara bakışları ve davranışları değişmez. Her zaman düşman olmuşlardır. Milletin iyi ile kötüyü ayırma kabiliyeti olmadığına inanan bu grup, silah zoruyla da olsa toplumun yönetilmesi gerektiğini düşünür ve milleti bir sürü olarak görür.