Geçenlerde şöyle bir habere rast geldim:
“Düzce Fen Lisesi'nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni A.T.R, sınıfta ‘Nisa 34.Ayeti’ soran öğrencisine ayeti açıklaması üzerine ‘Kadına şiddet söylemi kullanıyor’ suçlamasıyla önce maaş kesim cezası aldı, kınandı ve re'sen bir başka okula ataması gerçekleşti.”
Mevzudaki başka bir dinamik ise ayrı rezalet…
Kendi keyfine göre, bağımsız olarak soruşturma başlatan MEB müfettişinin oğlunun, söz konusu okulda öğrenci olup öğretmen A.T.R'den düşük not aldığı söyleniyor.
İmdi, 28 Şubat kokan bu rezaletin doğruluğu yanlışlığı ayrı mesele. Mezkûr öğretmeni de müfettişi de tanımıyorum. Tam olarak derste ne yaşandı onu da bilmiyorum. Dolayısıyla, ekseriyetle yaptığım gibi kişi odaklı değil fiil ve zihniyet merkezli yürüyeceğim. Çünkü benzer vakaları ortalama bir asırdır değişik formatlarla “yeniden” yaşıyoruz. Sahip olduğumuz siyasi idarenin hiçbir önemi yok. Kültürel iktidarı ele geçiremediğimiz müddetçe her alanda, her kulvarda bu tip yobazlıklara maruz kalacağız.
Bakın mesela geçtiğimiz 10 Kasım’da bir öğretmen müsveddesi, din-i mübin-i İslâm’a saldıran iğrenç bir şiir okudu Gaziantep’te. Şuur sahibi vatandaşların reaksiyonuyla açığa alındı. Elbette fazla dayanamadılar. Eğitim-İş Sendikası başta olmak üzere, Kemalist rejim mahsulü çeşitli öğretmen sendikaları ses yükseltti. Sonra öğretmen kadına görevi iade edildi. Kemalizm dininin mensupları, “Atatürk devrimlerini övüyor’’ deyu pohpohladıkları kadını kahraman ilan ettiler.
Kadrajlara yansıyan eylemlerinde Eğitim-İş Sendikası’nın açtığı bir pankarta takıldı gözüm:
“Cumhuriyet’i sindiremeyenlerin kör nefretlerine yenilmeyeceğiz! Fazla geldiyse size Cumhuriyet, özlemini çekiyorsanız saltanatın, sultanın…”falan filan diye saçmalamışlar.
Yalnız bu slogan dahi ne denli cahil olduklarının ispatı. İç yüzünü kestiremedikleri totaliter bir ideolojiye, kendi inandıkları şekliyle bile ters gidiyorlar. Özgürlüğün sadece kendi bâtıl inançlarına mahsus olduğunu düşünüp, demokrasiyi kendi kör bağnazlıklarına kalkan yapıyorlar. Dünyada eşi görülmemiş bir saltanat biçiminin kıskacında, “özgürlük” kisvesi iliştirilmiş köleler olarak;ucuz saltanat eleştirilerine soyunuyorlar.
Ve bu ülkede maalesef insan yetiştiriyorlar.
Daha doğru bir ifadeyle, müesses rejim mekanizmasını kuşaktan kuşağa sürdürecek ilkel robotlar üretiyorlar.
Anaokulundan üniversiteye kadar her yerde yuvalanmış vaziyetteler.
Hatırlarsınız, geçtiğimiz haftalarda anaokulunda çocuklara “modernlik’’ öğreten “eğitimci” bir kadın vardı. Kostüm şovlarıyla çocukların aklını bulandırıyordu. Tesettüre girmeyi cahillik, mini etek giyip şapka takmayı da özgürlük ve aydınlıkmış gibi anlatıyordu. O kadın hala içimizde. Hâlâ çocuklarımızı eğitiyor. Milyonlarca numunesi var. Hepsi birden, çocuklarımızın taze zihinlerini iğdiş ediyorlar.
Ara ara değindiğim ve kuru gündemler arasında erimesini istemediğim bir hakikat bu:
“Yerli ve milli nesiller yetiştirme’’ iddiası; yerleşik nizama, ithal maarif sistemine okkalı bir tokat atılmadığı müddetçe, kısır, içi boş bir motto olarak kalacak. Adım başı imam-hatip lisesi ve üniversite açarak köklü problemler çözülmüyor. Nerede öğrettiğinizden çok neyi öğrettiğiniz önemli.
Zira ehemmi mühimme tercih etmedikçe; yapılan sosyal hizmetlerin, dev sanayi adımlarının, muazzam tekno-girişimlerin hiçbir karşılığı olmuyor. Türkiye’yi elli sene öncesine götürecek, teröristlerle kooperatif çalışacak, global sermayenin tasmasını takacak herifler; her şeyin çok güzel olacağı vaatlerine inanan genç dimağların kurtarıcısı oluveriyor.
Neyse, biz yine kötü polis olmaya devam edelim…