1992’de dördüncü baskısı yayımlanan Erbain’in ilk şiirinin ilk dizesini, “Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.”diye başlatan şairin melâmî olduğunu îma edercesine soru sormak, akla ziyan değilse bile büyük cüretkârlıktır.

Öyle ya, melâmî ol kişidir ki, benliğini öne çıkarmadığı gibi, öne çıktığını hissettiğinde yahut fark ettiğinde de derhal kendine çekidüzen vererek adını “hiç”esayar, kendine yönelen ilgiyi târumâr eder. O, işinde gücünde bir yiğittir. Sadece kendi mesleğine karşı değil, bir silk içinde olduğu halde bütün mesleklere karşı en az kendi işine gösterdiği saygı kadar hürmetkârdır. Her işin yerli yerince olması için elinden geleni ardına, dilinden geleni sonraya koymaz. Hayırda israf, israfta da hayır bulmaz. Daima kendi yolunda ve kendi yolunu kendi açarak yürür.Bu yüzden yürüyüşüne yol denir.

Ne hızlanıp tökezler ne de yavaşlayıp muattal kalır. “Acaba ne derler?” demeden yürümesi, üretimini bereketli ve genç, işini ise ürekli kılar. Onu, görevinden başka bir şey yapıyor olarak kimse göremez. İşin ilginç yanı, O’nu, görevinde olmayan yahut görevli olmayan kimseler de göremez.İşine, “seçilmiş” yahut “gönderilmiş” bir kişi gibi sarılır, yaptığını aşk ile mi, yoksa bir vazife gereği mi yaptığını bilemeden ömrünü geçirir. Ve ne yapıyor olursa olsun, yaptığı işe “seçilerek gönderildiği”ni bildiği için işini bir basamak/trapez olarak kullanmanın ne demek olduğunu bilmeden yaşamını sürdürmeye devam eder.

Peki böyle midir İsmet Özel?

“Tuttuğu nöbette şekerleme yapanların kurşuna dizildiği bir Türkiye’de yaşamak istiyorum. İnsanlar görevlerini yapsın, suistimal etmesin.”diyen bir kişiyi, sadece vatan hassasiyeti yüksek bir kişi olarak göremeyiz. Bilakis, görevlerindeki en küçük kaytarmayı vatana ihanetle eşdeğer tutmaktadır. Yazdığı yazıları bir vazife şuuruyla yazmasını, seçkinliği soya değil, ortama ayak uydurmadan yapılan işlere atıf yapmasından anlıyoruz.

Bize durmadan durlanmış kelimeler getirerek ve adını deliye çıkartmayı göze alarak kirlenmiş şehir insanının bilincine su serpen şairin adını melâmîye çıkarmanın ne manası olabilir ki!

Ya da kendini ortamın ayartıcılığından hızla uzaklaşmak ile bir tutan şaire karşı taammüden biriken öfkenin ucunun Limni’de son bulacağını düşünmesek bile, bir uç beyi gibi dünyaya karşı istiklâl yürüyüşünü başka nasıl düşünebiliriz ki!

Beşinci yeni melâmîliği kurar gibi, melâmete bir kez olsun atıf yapmamayı başararak çizgiyi bugüne uzatabilen şair, etrafında biriken cemaatini sürekli dağıtmış, böylece seleflerinden benzersiz bir yerde durmasını da (terk-i terk) göstermiştir. Biatını ilkelere yapmış, kendisiyle irtibat kurmak isteyen sâliklerini ise öncelikle güzel ahlâka ve vazife yerini terk etmemeye davet etmiştir.

Kim ki güzel ahlâktan içredur ve vazîfesini bir an bile terketmemiştir, o kişi Özel ile merbuttur. Kim ki andan dışradır, o nice okumaktır?