Yirmi-yirmi beş yaşımı görebileceğime dair umudum yoktu.

Ülkedeki sağ-sol çatışması yüzünden, yarına dair bir hayal kuramıyordum. Ne yarını, günlük bir plan bile yapamıyordum.

Her gün evden, bizimkilerin yüzüne son bir kez doyasıya bakmadan çıkamıyordum.

Akşam eve sağ salim döneceğim bile meçhuldü.

Aşık olduğum kıza -yarını meçhul olan bir genç olarak- gizliden bakmayı bile hak görmüyordum kendimde.

Taraftım ve hedeftim çünkü.

Bir gün mutlaka, karşı ideolojiden bir militanın silahından çıkacak mermiler hakkımdan gelecekti.

Benden ancak bir kaç yaş büyük devrimci bir militanın, alnıma doğrulttuğu ondörtlü Beretta’yla burun buruna geldiğimde ‘İşte buraya kadar’ demiştim, ‘İşte o mukadder an… Şimdi.’

Kelime-i Şehadet getirip, yanı başımda donup kalmış akranım olan üç arkadaşımı korumak için son bir çaba gösterdim. ‘Onlar tarafsız’ diyebildim.

Sonra, gözlerimi ondörtlü Beretta’yı alnıma doğrultmuş militanın gözlerine diktim ve öylece bekledim.

Nefretle bakıyordu gözlerime.

Ben o anı beklerken, hiç olmazsa, o son anı korkumu hissettirmeden atlatmak kaygısıyla gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamadım.

Militan, sokağın köşesinde beliren polis otomobilini fark eden yoldaşlarının ikazıyla tereddüt içinde kaldı. Alnıma doğru tuttuğu silahı indirip indirmemek arasında gitti geldi. Belliydi ki, bu ani gelişme onu rahatsız etmişti. Hızla namlusuyla haki renk parkasının önünü aralayarak beline yerleştirdi silahını. Sıvışmadan önce son bir kez nefret dolu bir bakış fırlattı ve süratle sokağın köşesini dönüp kayboldu. Kendinden önce sıvışan yoldaşlarının uzaklaşan kalabalık ayak seslerine karışan telaşlı ayak patırtılarını ayırt edebiliyordum.

Polis ekibi usul yaklaştı, ‘Dağılın gençler’ dedi.

Dağıldık. Elbette polis otosu gözden kayboluncaya kadar.

O militanın yüzünü ve gözleri hâlâ hatırlıyorum.

Onu tanımıyordum, ancak, köşeden birden bire çıkışını, hızla elini beline atıp ustalıkla çıkardığı siyah ondörtlü Beretta’yı alnıma dayamasını yadırgamadım.

Her ne kadar daha önce karşılaşmadıysak bile bunun önemi yoktu.

Farklı ideolojiden olmamız yeterliydi onun için çünkü.

Devrim yapacaklardı.

Henüz gerçekleştiremedikleri devrimin yöntemleri üzerine anlaşamayıp, düşüp birbirlerine bile kurşun sıkıyorlardı.

Devrim yapamadılar.

Darbe oldu.

Herkesi bir bir topladı cunta.

Benim alemşümûl bir dâvâm vardı. Hâlâ o dâvâ üzereyim.

İnsanları kurtarmanın yolu, insanları öldürmekten geçmiyor benim dâvâmda.

Rahmet olsun, Ahmet Erhan şiirinde benzer sözler etti diye sırt dönmüştü yoldaşları.

Kafalarına kurşun sıkmaktan, boğazlamaktan, alınlarına kara kabzalı soğuk namluyu dayamaktan, itirazı olanı, isyanı olanı susturmaktan geçmiyor benim davamın yolu.

Düşmanın kim olduğu, cephenin neresi olduğu belli olmayan zamanlarda, silahı kavrayıp rastgele can almak caniliktir.

Gençliğimde, gözlerime bakarak alnıma Beretta’yı dayamış o devrimci militan bile daha saygıdeğerdir bu toplu katliam yapan canilerden.

Rastgele bir köşeye konulmuş bombaların, canlı bombaların infilâkıyla rastgele can almak, masum insanların canına kıymak ne haysiyetli bir ideolojinin, ne haysiyetli bir insanın usulüdür.

Bir Müslüman’ın asla değildir.

Çünkü, ‘Kim, haksız yere bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş, kim bir insanı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibidir’ der mübarek Kur’an. (Maide-32)

‘Zalimlere meyletmeyin. Aksi halde ateş size de dokunur.’ (Hûd 113)

Vesselâm.