“Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.”  (Yunus Suresi, 24)

Düşünmek, insani bir ameliye…

Bir Müslüman açısından, hakikatin derununa muttali olabilmenin vazgeçilmez tariki…

Müslüman olmayan için düşünmek, kelimenin tam manasıyla ıstıraptır!

Zira hakikatin bilgisinden yani hikmetten mahrum bir zihin için düşünmek, okyanustaki bir sandalın azgın dalgalarla boğuşmasından farksızdır.

Felsefeciler için düşünmek, doğruya varabilmenin yegâne yolu…

Oysa Müslümanlar için düşünmek, doğruyu hayatlarına tatbik edebilmenin en muhkem vasıtası…

Yani bir manada felsefecinin hedef noktası, Müslüman’ın, ‘Bismillah!’ dediği ilk menzil…

‘Bir damla bal için bir çuval keçiboynuzu çiğnemek’ ne ise, hakikatten habersiz düşünüşün de mahiyeti o dur…

Deyim tam yerinde esasen…

Sonuçta bir damla bala ulaşılabilinir ama bir çuval keçiboynuzu çiğneme eziyeti kaçınılmaz…

Kur’an, iman edenleri de iman etmeyenleri de ‘düşünmeye’ davet ederken, merkeze doğruyu koyar hep…

Yani, şeksiz şüphesiz olanı…

Yani imanı…

İşte, teberrük kabilinden birkaç örnek:

“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size ayetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.”

(Bakara suresi, 219)

Dikkat buyurunuz! Burada söz konusu olan müphem yahut spekülatif bir şeyin, ne olup ne olmadığı değildir!…

Üzerinde düşünülmesi istenen şey, ‘açıkça beyan edildiği’ vurgulanan ‘ihtiyaç fazlasının infak edilmesi’ hususudur!

Bir iman eden açısından müthiş bir düşünce serüveni doğrusu…

Günlerce, aylarca ve hatta tüm ömür boyu…

İnfak etmek zordur. Ama düşünürseniz, bu erdemin ne kadar önemli olduğunu göreceksiniz!

Peki, hangi açıdan?

Elbette ki, ‘iman ve tevekkül’ açısından…

Allah’a inanacak, ‘rasyonel’ bir olguyu tamamen irrasyonel bir mecraya sevk edeceksiniz…

Oysa bugüne kadar hep, ‘düşünmenin’ rasyonel bir fonksiyon olduğu söylenegelmişti…

Başka bir örnek:

“Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.”

(Yunus Suresi, 24)

İşte yine ‘apaçık’ bir ayet!

Muhatap, ‘düşünen’ bir topluluk…

Dikkat çekilen nokta, dünya süslerinin, maddenin, maddiyatçılığın aldatıcılığı…

Gelinmesi istenen nokta, tastamam teslimiyet…

Açık, apaçık bir hakikat var orta yerde… Tabii ki, ‘iman eden’ için!

Bir diğer örnek:

“Yeryüzünü enine boyuna yayıp döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar meydana getiren ve yeryüzünde meyvelerin hepsinden iki çift yapan O’dur. Sürekli olarak gece ile gündüzü birbirine dolamaktadır. Düşünecek olan bir kavim için bunda muhakkak ki, ibretler vardır.”

(Ra’d Suresi, 3)

Her şey yine apaçık!.. ‘Bunları kim yaptı?’ sorusu yok!…

Yapan belli…

Üzerinde düşünülmesi istenen, bütün bunları ‘ol!’ deyince olduran mutlak gücün kuşatıcılığı…

Düşünmenin anlamını bulduğu nokta, bu ‘Kadir-i Mutlak’ güç karşısında boyun kırmak, O’na tam teslim olmak!…

Son bir örnek:

Bu ayet-i kerime meali de inanmakta mütereddit olanlara…

“(Ey Kureyş topluluğu!) Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”

(Enbiya Suresi, 10)

Soruya, ‘Evet, akıllı olmayı tercih ediyoruz!’ diye cevap verenler, neyi kabul etmiş olacaklar?

Elbette ki, imanın ve teslimiyetin mahezi olan Kur’an’ı!…

Kur’an’ın yegâne şan ve şeref kaynağı olduğunu…

‘Düşünmek, insani bir ameliye…

Bir Müslüman açısından, hakikatin derununa muttali olabilmenin vazgeçilmez tariki…’ demiştik başta…

Düşünmek ve akletmek, görüldüğü üzere, sadece ‘hakikatin’ künhüne vakıf olmayı intaç edebildiğinde ‘hayırlı’ bir amel…

Aksini iddia edenleri, bir çuval keçiboynuzu bekliyor.