Baştan söyleyeyim ki bu bir İslamoğlu yazısı değildir. Mesajı, derdi daha taşkın ve aşkın bir yazıdır.
Malum-u aliniz geçtiğimiz hafta canım ülkemde İmam Hatip müfredatlarının IŞID benzeri yapılar üretmeye müsait olduğu teorisinden hareketle bir tartışma yaşandı. Bir İmam Hatipli ve İlahiyatçı olarak kişisel görüşüm; istisnaların kaideyi bozmadığı ilkesini akıldan çıkarmadan mezkur kurumların radikal terör örgütlerine insan lojistiği sağlama hususunda sıralamaya dahi girmeyeceğidir.
Bu sebepten müfredatın mündericatını eleştirmek adına böylesine rijit bir cümle kuran İslamoğlu Hoca’ya kendi tabiriyle “dili ihanet etmiştir.” Belki de konuşmalarını doğaçlama yapmak yerine artık prompterdan okuma vakti gelmiştir.
Bununla birlikte Türkiye’de din meselesi üzerinde yazan çizen, bu meseleleri az çok dert edinen birisi, müfredata dikkat çekmek için bir uyarıda bulunmuşsa üsluptaki ve vurgudaki solfej hatasına rağmen onu dikkate almada bir zarar bulunmasa gerektir!
Savunduğu din anlayışından ve söylemlerinden mütevellit belli çevrelerin sürekli hedefinde olan İslamoğlu’nun bu çıkışından sonra sosyal medyada tekfire kadar varan hakaretamiz yorumları, sahiplerinin insafına havale etmekle yetinirken azıcık “irfanî insaf” umduğumuz kılıca dönüşen kalemlerin arslan abiliklerini nereye koyacağımızı bilemedik. Hasılı tenkit etmekle tekdir etmenin ayırdına bir türlü varamadık!
Ne yazık ki düşünce tarihimiz, aykırı düşünenlerin ötekileştirilmesine ilişkin zengin bir mirası haizdir. Çünkü Kutlu Nebi’nin o engin feraseti ve derin hoşgörüsü, kendisiyle birlikte çekip gitmiştir. Terk etmiştir müminlerin kalplerini.
Defalarca ikaza rağmen içki içerken yakalanan bir sahabiyi şiddetle cezalandırmak isteyenlere karşı “bırakın, o Allah ve Resul’ünü seviyor” diyen bir peygamberin izinden gittiğimizden emin miyiz, cidden?
Gelinen noktada dini anlayışını, söylemlerini sevmediğimiz birini; bırakın ıslah etmek için emek vermeyi, sabır ya da saygı göstermeyi bile esirgeyip itlaf etmeyi yeğliyoruz. Bir şeyden dalalet edenle bir şeye delalet edeni, ayırt edebilme ferasetini yitirdiğimizin resmidir, bu!
Onca ilahi nasihate rağmen bir “ihtilaf ahlakı” geliştiremedik, vesselam!
Düşünsenize örnek almaya can attığımız (!) Nebi, ürettikleri nifakları bildiği, olası kumpaslarını sezip tedbirler aldığı halde çevresindeki münafıkları ortadan kaldırmadığı gibi dışlamamıştır bile. Çünkü onlardan umudunu hiç bir zaman kesmemiştir.
Peki sizi bu kadar umutsuz yapan nedir, bayım? Siz de biliyorsunuz ki bir gün herkes sizin gibi olacak zaten(!) Sizin gibi düşünecek hatta belki sizin gibi giyinecek(!)
Tam da bu yüzden talî bir fikir ayrılığında, ajandanızdaki ambalajsız öfkeyi sokağa salıp o yetkin maharetinizi, içinizdekileri hainleştirmek için harcamayınız!
Sahi içinizdeki bu öfke kime ve niye, bayım?
Söyler misiniz?! İnsanlara ne zaman bahşedeceksiniz, hataya hatta günaha düşme imkanını?
Tanrı sizi başımızdan eksik etsin bayım! Kendi mülkünde, O’nu bile sollama çabasındasınız çünkü!
Dinin nasıl korunacağını mı öğretmek niyetindesiniz Tanrıya! Yahudileştiğinizin farkında mısınız?
Latîf olan Rabb’in, neden tek din fakat çok şeriat gönderdiğini düşündünüz mü bayım? Her şey çiftken, binken O neden tek?
Nazm-ı Celil’in, “istese bizi tek bir ümmet kılabileceği” ile ilgili rûmî manifestosunu hatırlıyor musunuz?
Bizi bir iken bin etmesindeki hikmeti çözmeyi denediniz mi, bayım? Tilavet etmediyseniz kıraat de mi etmediniz Mushaf’ı?
Sizce Tanrı, çok sesli müzikten hoşlanıyor olabilir mi bayım?
Yoksa onun adına arzda kan dökelim, beceremezsek en azından haysiyet cellatlığı yapalım diye mi halketti bizi?
Anlaşılan sizin tek derdiniz, muteriz melekleri tasdik etmek bayım!
Üzgünüm ki bayım, bizde bu hamakat olduğu sürece ne vahdetten ne tevhitten bahsedebileceğiz. Didişmekten dirilmeye fırsat bulamayacağız.
Baki selam..