“Allah (cc), aklı yarattı ve ona ‘git’ dedi. O da gitti sonra ona ‘dön’ dedi, döndü. Bunun üzerine Allah (cc) şöyle buyurdu: Kudretim ve şanım hakkı için senden daha latif bir şey yaratmadım.”
Batı İslam dünyasında/Endülüs’te yetişen ilk Müslüman filozof kabul edilen İbn Bâcce (ö.533/1139) ve İslam’ın belgiti Gazzali (ö.505/1111) yukarıdaki metni sahih bir hadis olarak nakletmektedir. Kuran-ı Kerim’de “akl” kelime kökü, isim olarak hiçbir ayette geçmemektedir. Akıl sözcüğünün Kitabullah’ta isim şekliyle hiç geçmemesi câlib-i dikkat bir husus olup bunun bir hikmete dayandığı düşünülür. Mezkur kelime, sadece fiil türevleri şeklinde geçer: “Akalû, ta’kılûn, na’kılu, ya’kılu” gibi.
Bize göre buradan çıkarılacak hikmet, Kuran’ın işlevsel akla verdiği değerle ilgilidir. Akıl eğer fıtrat ve hikmetle buluşma noktasında, asli görevi olan düşünme eylemini ortaya koyup bu fikretme vetiresinin neticesinde sadık, sahici ve hakiki bir sonuca ulaşıyorsa otantik ve orijinal misyonuna uygun hareket ediyor demektir. Yani Hak Teâlâ, tek başına aklı – bugün yaşananın tersine- övmüyor, değer verip kutsamıyor. Yaratıcının el-Kitap’ta methettiği akıl, icra özelliği bulunandır ve O’nun insandan beklediği icraatların başında “Yeryüzünü iman ve iyilik temelli imar etmek” gelir.
Yine ilginç olan başka bir husus da şudur ki akıl sözcüğü, fiil türevlerinin yer aldığı tüm ayetlerde olumlu bir anlama delalet eder. Rabb bize hiç bir surette “akletmeyin” demez. Bilakis tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefakkuh, teakkul gibi farklı semantik bağlamları ve epistemolojik derinlikleri haiz kavramlarla arzın halifesi ve âkil tek varlık olan insana çağrısını yineler.
Kur’an insanı, hem Allah’ı bilme ve tanımada hem yaşadığı çağı sorgulamada hem de kıymetsiz olduğu halde ademden menkul değerler atfettiği her bir varlık için aklıyla amel etmeye çağırır.
İşte tam buradan bakıldığında, tarihe geçmekle tarih olmak antagonizmasında patinaj yapan çağın Müslümanlarının, aklı kullanmada Kitab-ı Mübin’i ne kadar yanlış anladıkları fark edilmektedir. Oysa inancın tarihi, aklını tedavülden kaldıranların aldatması veya aldatılmasıyla ilgili örneklerle doludur.
Hak tarikinde tarih yazmış dervişlerimizden biri der ki:
Ey aldanan adam! Aklın varsa ona danış. Her akıl bir nebidir!
Akletmeye çağırdığı ayetlerin bazılarında Cenâb-ı Mevlâ, insana muhteris iç çekişlerini, onu huzursuzluğa sevk eden çelişkilerini, ahlaki tutarsızlıklarını hatırlatıp küllî bir saadet için uslanmasını, usa vurmasını önerir.
Varoluşsal ve ölümcül gafletini gösterip bunları doğru kavramaya çağırır.
Örtbas edilemeyecek derekede açık ve insanın karyasına ram olmuş vakaları anımsatıp artık görmezden gelmekten vazgeçmesini nush eder.
Mevla’nın gün gibi açık hakikati ayet ayet ortada dururken bir hiçliğe bel bağlayarak yokluğa mahkum bir absürde tapınan insanı, telafisi nâ-mümkün bir iflasla ikaz eder.
Derununda kök salan âti korkusuna müteallik halde psikolojik ve sosyolojik aksaklıkları üstünden akarken imaja yatırım yapıp siretsiz, naylonsu bir suretle varlık inşa etmeye çalışanları, çelişkilerini fark etmeye davet eder.
Akıllı olmaya ceht etmeyeceksen en azından akille ol, der.
Şu ayetin harikulâde vurucu metniyle nokta koyalım ki son söz, kafalarımıza kurşun gibi girip yer etsin.
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine, kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın!…”
Baki selam…