Hep beraber nimetin içine tükürüyoruz.
Tayyip Reis öldü mü? Issız acun kaldı mı? Ne münasebet! Halkın seçtiği –hem de seçimin birinci turunda yüzde 52 ile seçtiği- ilk cumhurbaşkanı olan ve kurduğu parti hem yedi düvelin amansız saldırılarına hem de kendi ayağına acımasızca sıkmalarına rağmen 7 Haziran 2015 Seçimleri’nde yüzde 41 oy alan Recep Tayyip Erdoğan’ın yalnızlığından, kuşatılmışlığından, bir anlamda acınasılığından dem vurmak bana öyle komik geliyor ki, aşırı yüklenmeden gülemiyorum bile.
Bırakalım kardeşim bu salya sümük ağlama nöbetlerini! Ne oluyoruz yahu? Reis dimdik ayakta, bütün haşmetiyle memleketin başında. Reis’e buğzeden partilerin meclisteki toplam gücü, onu alaşağı etmeyi rüyalarında görmelerine bile el vermiyor. Üstelik bütün kamuoyu yoklamaları, bir erken seçim halinde AK Parti’nin yüzde 44-45 alarak tek başına iktidara gelebileceğini ortaya koyuyor. Türkiye’nin iki ‘ana akım’ medyasından birisinin hâlâ yüzde yüz Reis’e bağlı olduğunu da hatırlatalım. Manzara budur. Bu manzaraya bakıp bakıp ağlamak, Erdoğan’a dair nostalji ve hatta ağıt tadında yazılar yazmak ne büyük bir şükürsüzlüktür!
“Ama Ahmet Davutoğlu Meclis’te Bahçeli’yi alkışladı, Numan Kurtulmuş 17 Aralık mağduru Rıza Zerrab’a laf sokarak Reis’e dolaylı olarak cart curt etti, AK Parti yanlısı 7 gazeteci Reis’i devirmek için cunta kurdu” falan filan. Nedir bu ? Böyle felaket senaryosu mu olur ?
Bilmem hangi muhalif siyasetçinin “Bilal’i ver, koalisyonu al” komedisini, berikinin “Beştepe’den çıkacaksın!” kolpalığını, ötekinin “Asmayacağız, besleyeceğiz” vıdı vıdısını, alayının gardının aslında nasıl da düştüğünü ve ‘Laf olsun, peynir gemisi yürüsün’ şiarıyla kendi kendilerine oyalanmaktan öteye geçemediklerini açıkça gördüğümüz / görmemiz gerektiği halde hayati derecede ciddiye almak, onlara olağanüstü bir güç atfederek “Vay şöyle kuşatıldık, vay böyle kuşatıldık, yetişin Reis’i çatır çatır yiyorlar, bunların her lakırdısını siyaset gündeminin göbeğine taşımayan haindir!” deyip durmak da ne yaman bir akıl tutulmasıdır! Bunları “Beştepe’yi son kurşunuma kadar savunurum” gibi şövalyelik deklarasyonlarıyla beraber düşündüğümüzde açıkça görüyoruz ki birileri Reis nâmına marjinal direniş örgütü havalarına sokmuş kendilerini. Kendileri neyse de, Reis’i de o havaya sokarlarsa yandığımızın resmidir!
Güya Reis’in siyasi sıhhat ve selameti için sağa sola acımasızca saldıran tipler türedi. Bana da “safra” dedi bunlar. Bunu dedikleri iğrenç yazı aylardır duruyor internet sitelerinde. Sitenin Sabah Grubu’na bağlı olduğu ileri sürülüyor, kendilerinden talep etmiş olmama rağmen Sabah Grubu yöneticileri bunu resmen tekzip etmiyor, Reis’in yakın çevresinden birisi de çıkıp o sitenin görünürdeki yöneticisine “Manyak mısın oğlum, kaldır o yazıyı siteden” demiyor (Halbuki, Allah biliyor ya, benim nazımın geçeceği birisi Reis hakkında veya Erdoğan ailesinin bir ferdi hakkında böyle haksızca ve alçakça bir hakaretname yazıp internet sitesine koysa ben onu arayıp o ayıbı temizlerdim). Ne yapayım şimdi? “Vay benim mağduriyetin ve mazlumiyetim!” diye ağlayıp sızlanarak Erdoğan’ın kerametleri kendilerinden menkul şövalyelerine kızgınlığımı yahut kırgınlığımı Erdoğan düşmanlığına mı vardırayım? Falanca konuda Erdoğan’dan farklı düşünüyor diye filanca siyasetçi, bürokrat veya gazeteciyi Siyonist-Gülenist işbirlikçisi hain oğlu hain ilan eden ve Erdoğan’ın bu memlekete kazandırdıklarını kaybettirmekle, korkunç bir kasırga gibi Yeni Türkiye’yi mahvuperişan etmekle suçlayanlar, Erdoğan’a düşman gördükleri / gösterdikleri dost kimselere karşı Erdoğan’ı kışkırtanlar, Erdoğan’ı yalnızlaştırmaya çalışanların ta kendileridir. Erdoğan başbakanına güvenmesin, istihbaratçısına güvenmesin, ekonomi bürokratına güvenmesin, Hakan Albayrak yahut Mustafa Karaalioğlu’na zaten hiç güvenmesin, sadece ve sadece yakın akrabalarına ve birkaç ‘silahşoruna’ güvensin, bu dar çevrenin dışına zinhar çıkmasın! Bunu istiyorlar. Sonra da “Reis’i yalnızlaştırmaya çalışan hainler”e işaret edip duruyorlar, gidip aynaya bakacakları yerde.
Merkez Bankası Başkanı uluslararası sistemin ajanıydı onlara göre. Ali Babacan da öyleydi. O meşhur faiz meselesini kullanarak Erdoğan’ı bunlara karşı doldurdular, doldurdular, doldurdular, sonra… Sonra Erdoğan bunları yanına çağırıp “Neyi niye yaptığınızı bana bir izah edin bakayım” dedi, onlar da güzelce izah ettiler ve iş tatlıya bağlandı. Gene öyle olsun. Herkesle öyle olsun. Davutoğlu ve dğerleri de Reis’e isnat edilen menfi söylem ve eylemleri peşinen doğru kabul etmesinler, doğru olduklarını tesbit ettiklerinde bile kendilerini yeis veya kızgınlığa kaptırmasınlar, karşı manevra geliştirme yoluna değil acil tashih yoluna tevessül etsinler, Reis’in kapısını çalsınlar, bir daha çalsınlar, düzeltsinler işi. Nedir bu dedikodu imparatorluğu, yahu? Tepemizdeki adamlar ayrı kollardan gelip ayrı yönlere uzanan dedikoduların peşine takılıp birbirinden uzaklaşmaktan vazgeçsinler. Dedikodunun önünü hemen, daha ilk çıktığı anda kessinler. Mütemadiyen ve ille de iyi niyetlerini kuşanarak biraraya gelsinler, konuşsunlar, tartışsınlar, gerekirse birbirine bağırıp çağırsınlar ve neticede anlaşsınlar, Allah aşkına!
Ve müsaade etsinler de biz hepsini birden sevebilelim. Bu bir kadro hareketidir. Kadronun başında Recep Tayyip Erdoğan var. Erdoğan’ın yanında, altında bir kadro var. Erdoğan’ı çekerseniz kadro kalmaz, ama kadroyu çekerseniz de Erdoğan kalmaz. Kalmaz derken, Erdoğan yine cumhurbaşkanı olur, AK Parti üzerindeki nüfuzunu da korur, ama yalnızlaşır. Yalnız bir Erdoğan’a da baki kalır hürmetimiz, muhabbetimiz, bağlılığımız. Bununla beraber, Yeni Türkiye’nin temelini yalnız bir Erdoğan’ın atmadığını ve onu yalnız bir Erdoğan’ın yükseltemeyeceğini de söyleyelim müsaadenizle!
Davutoğlu’nu ‘Sen kimsin? Siyasi varlığı Erdoğan’ın varlığıyla kaim olan bir adamcağız değil misin?’ diye sözümona tahkir ve tezyif eden, onun “Stratejik Derinlik”iyle dalga geçen arkadaşlarımız –esasen akıllı insanlardır- biraz düşündüklerinde bidayetteki AK Parti’nin AB-ABD kıskacındaki dış politikasını Asya, Afrika, Orta ve Güney Amerika’ya açan, bu açılımla AK Parti’nin ideolojik çehresini de müsbet yönde değiştiren, Balkanlar’da bir nevi “Osmanlı Barışı”nın kurulmasına ön ayak olan vs, vs, vs adamın Ahmet Davutoğlu olduğunu ve Davutoğlu’suz bir AK Parti / Türkiye / İslam dünyası tarihinin düşünülemeyeceğini takdir edeceklerdir. Son 10 senedeki ekonomik istikrarda Ali Babacan’ın oynadığı tayin edici rolü de ellerini vicdanlarına koyup da öyle konuştukları vakit inkâr edemeyeceklerdir. Hakan Fidan’ın TİKA’yı TİKA, MİT’i MİT yaptığı da malum. Ve elbette Abdullah Gül’ün 1 Mart destanındaki müthiş payı ve gerilim düşürücü, sekinet verici cumhurbaşkanlığı. Böyle daha birçok adam sayabiliriz. Bu adamlar, siyasetteki adamlıklarını, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği altında tebarüz ettirebildiler. Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin “Reis”i ve İslam dünyasının mümtaz bir kahramanı olarak yükselişini büyük ölçüde bu adamların gayretleri ile gerçekleştirdi. Biz bu ekibi çok seviyoruz. Bu ekibi dağıtmaya çalışanların birçoğu bizim arkadaşlarımız ve vallahi onları da seviyoruz, ama yapmasınlar böyle!
Şimdi kimse çıkıp “Onlar bir şey biliyorlar da onun için öyle yapıyorlar” demesin. Bir halt bildikleri yok! Koca koca adamlar, devletin sevk ve idaresine hariçten gazelleriyle tesir edebilecek kadar ‘büyük’ adamlar, Diriliş Postası’nın bir derin devlet mahfili tarafından Erdoğan’ı yıpratmak için çıkarıldığını ciddi ciddi iddia edip sağda solda ısrarla savunabiliyorlarsa, benim yakın bir arkadaşımın en ince ayrıntısına kadar bildiğim milletvekili adaylığı sürecini de o mahfilin Erdoğan’a karşı bir hamlesi olduğunu ‘kesin bilgi’ diye anlatabiliyorlarsa, ben, bunların hem vallahi hem billahi yalan olduğunu bile bile, onların “bir bildikleri” olduğuna nasıl inanabilirim? Ellerine verilen müthiş imkânları maalesef inşa ve ihya yolunda değil imha yolunda kullanan yanlış motivasyonlu kardeşlerimiz bunlar. Dediğim gibi; hem vallahi hem billahi onları da hâlâ seviyoruz ve aramızdaki hükümü Allah vermeden aramızdaki anlamsız duvarı kaldıralım, bir olalım, iri olalım, diri olalım diyoruz.
Tayyip Reis, arkasında yüzde 52’nin desteğiyle devletin başında. Ahmet Hoca, ilk seçimde yine tek başına iktidar namzeti olan AK Parti’nin, Türkiye’nin en büyük ve en güçlü partisinin, o olmadan siyasette hiçbir şeyin olamadığı partinin başında. Şu son altı aydır saçma sapan bir soğuk savaşla birbirini ve etraflarındaki pek çok değeri yedikleri halde, birbirine karşı gartlarını almaktan (Açık konuşuyorum, evetI) devlet işlerine ve seçimlere doğru dürüst konsantre olamadıkları halde Allah’ın inayetiyle hâlâ çok güçlüler, bu sayede biz de güçlüyüz ve fakat böyle devam ederse Allah’ın eli üzerimizden çekilebilir. Bu şükürsüzlüğün bedelini çok ağır bir şekilde ödeyebiliriz. Titreyip kendimize gelelim. Yeter! Vallahi gına geldi!
Rahman ve Kerîm Allah, bize, Türkiye’ye, Ümmet-i Muhammed’e AK Parti diye büyük bir nimet bahşetmiş; hep beraber o nimetin içine tükürüyoruz. Görmez misiniz?