İstanbul’a gelen bir köylü, kuyumcu dükkânının vitrinini hayran hayran izliyormuş. Kuyumcu, kıyafetlerine bakıp adamın köylü olduğunu anlamış ve biraz eğlenmek istemiş.

-Ne bakıyorsun hemşerim?

-Hiç, ne sattığınızı merak ettim.

-Eşek kafası satıyoruz.

-Maşallah, işleriniz oldukça iyi gidiyor galiba.

-Nereden anladın?

-Koskoca dükkânda sizin kafanızdan başka kalmamış da…

Bir Rus generali, Şeyh Şâmil’in iştahını abartarak “Beni yemenizden korkuyorum.” deyince, Şeyh Şâmil, “Boşuna korkmayın efendi, bizim dinimizde domuz eti yemek haramdır.” demiş.

Zamane gençlerinden biri, bir toplantıda Mehmed Âkif’i küçük düşürmeye çalışıp, “Affedersiniz, siz baytar mısınız?” demiş.

Mehmed Âkif, hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş: “Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?”

Harun Reşid’in vezirlerinden biri, Behlül Dânâ’ya latife yollu takılarak, “Müjde sana ey Behlül, Sultanımız seni, domuzlarla maymunlara çoban tayin etti.” dediğinde, Behlül, “Öyleyse kulaklarını aç da emirlerimi yerine getirmeye hazırlan.”

Ağzından çıkanı kulağı duymayanlara, karşısındakini küçümseyip toplum içinde küçük düşürmeye çalışanlara haddini bildiren, ibretlik cevaplar…

Oğlunun okuması için çiftliğindeki bütün inekleri satan bir köylü, onun bir şey öğrenemediğini görünce, “Ne bahtsız adammışım, bir öküz uğruna ne inekler feda ettim.” diye söylenmiş.

Bu hikâye de aklıma devlet imkânlarıyla yurt dışına gidip milletin parasını har vurup harman savurup vatanına, milletine, dinine hizmet etmesi gerekirken vatanına, milletine, değerlerine yabancılaşan ve kendi milletine, değerlerine tepeden bakan kişiliksizleri getirdi ve üzüldüm harcanan kaynaklara.

Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa, “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem…” der. Diyojen, kenara çekilerek “Ben çekilirim…” der.

Meşhur bir filozofa, “Servet ayaklarınızın altında olduğu hâlde neden bu kadar fakirsiniz?” diye sorulduğunda, “Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan…” demiş.

Günümüzde toplumun önde gelenlerinin, âlimlerinin ekseriyeti servet sahipleri karşısında dik duramayıp onurlu bir duruş sergileyemediği için “Paranın her şeye gücü yeter.” algısı maalesef ki toplumun geneline sirayet etmiştir.

Hekimoğlu İsmail’e, “Ramazan olmasına rağmen biraz kilo almışsınız?” dediklerinde, “Maalesef öyle oldu çünkü iki kişilik yemek yiyor, bir kişilik oruç tutuyorum.” demiş.

Ramazan gelince beş yıldızlı otellerde, lüks otellere aksırıp tıksırıncaya kadar yiyen, israfın dibini bulan, fakire üç kuruş verirken eli titreyen biz Müslümanlar geldi aklıma… Allah bizleri affetsin, bizim de günah galerimiz bir hayli kilo alıyor olsa gerek!..

İbn-i Sinâ’ya, “Dünyada dermanı olmayan bir dert var mıdır?” diye sorduklarında, “Derdin dermansızı iyinin kötüye muhtaç olmasıdır.” cevabını vermiş.

Dünyada maalesef ki şu anda kötüler gücü elinde bulunduruyor ve iyilere sürekli zulmediyorlar. Yine maalesef ki iyiler kötülere kadar güçlü değil ve kötülere muhtaç birçok alanda. Rabbim dünyadaki iyilerin sayısını artırsın ve kötülerin hükümran olduğu dünya düzenini değiştirmeyi nasip etsin!..