Kılıçdaroğlu’nu anlamak lazım. Bünyesinde insanî vasıflara dair ufacık bir refleks barındıran herkes, dost bildiği kişiye yönelik fıtrî bir koruma içgüdüsüyle bezenmiştir. KK’de tabiatı itibariyle, sırtlarına geçirdikleri parlamenter zırhına yahut üzerlerine giydikleri kamuflaj desenine güvenerek hasıraltı terör yardakçılığına soyunan tüm dava arkadaşlarının, şevkle arkalarında durup desteğini esirgemiyor.
Lüks marka kunduraları, çerçevesiz gözlükleri ve duruma göre takıp çıkardığı renk renk boyun bağlarıyla imajını tamamlayan Milenyum Gandi’sinin; yürüdüğü bu kutsuz yolda her türlü sakarlıktan beri olmasını diliyor, Allah’ın(cc) bir kısım beşeriyete bahşettiği feraset nimetinden şahsının da nasiplenmesini ve kötü arkadaşlarından bir an önce kurtulmasını temenni ediyoruz…
Millilik şuurundan vicdan ruhsatını kapamamış olsa da, aksiyon ehliyetini gayri milli şer unsurlarından aldığı için şahsına biçilen sürede dilediği gibi hıyanet kusabileceğini zanneden nasipsiz bir sembole yönelik ettiğimiz hayır duâdan sonra, asıl meselemize dönelim.
Milletçe, kendi kök değerlerinin hudutlarını öz iradesiyle aşan ve bu nispette çığ gibi büyüyen bir ahlak zâfiyeti…
Irzına geçilmiş bir ahlâk telâkkîsi içinde yuvarlanıyoruz.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde 15 Temmuz Şehitler Köprüsü gökkuşağı renkleriyle ışıklandırıldı. Malumunuz gökkuşağı, dünyada bir virüs gibi yayılan ve sapkınlığı cinsel özgürlük kisvesiyle meşrulaştıran LGTB örgütünün de simgesi durumunda… Açık bir delil olmaması sebebiyle bu konu hakkında ortaya atılan çirkin iddiaları ele almak istemiyorum. Köprünün ışıklandırılmasında seçilen renk cümbüşündeki devlet otoritesinden ziyade, bu seçim hakkında yapılan yorumlar çok daha önemli çünkü.
Vakıayı gazetecilik cihetinden irdeleme hatasına da düşmeyeceğim. Zira topyekûn bir ahlâk rezaletini eleştirmeyi, politik yandaşlık kadrajına sığdıran idrak çapı dört köşeli bir habercilik planına prim vermek istemiyorum.
Olayın içtimaî cephemizde doğurduğu reaksiyon korkunç. Allah-û Teâlâ’nın kadîm kanununa aykırı necis bir eğilimi, hürriyet hokkabazlığının namusu addeden sefil bir güruh var. Bu zümre, kulluk seciyesine -en azından- ahlâk çapında ihanet etmeyen insanlara yobaz damgası vuruyor ve verdikleri haklı tepkilerden ötürü onlara kuduz köpek muamelesi ediyor. Kendini “Lût kavminin çocukları’’ olarak gören bu kulampara takımı, Hz. Lût’un(as) necip ismini tıknefes sloganlarına meze yapmaktan utanmıyor ve zayıf seciyelerinin bütün çukurluklarını bir şeref madalyonu gibi üzerlerinde taşımaktan geri durmuyor.
Cinsel mefhumunun başına veya sonuna takılan eğilim tanımlayıcı ifadeleri oluşturan tutum ve davranışlar, bir devrim niteliği taşımıyor tabii. Maalesef Müslüman memleketlerinde de olmak üzere yüzyıllardır süregelen bir ahlâk hastalığından söz ediyoruz. Fakat bu kadar alenî olması son bir asrın ürünü.
Mevzubahis düğme takımı ne ara bu kadar çoğaldı? Ve ne ara, entelektüel kamuoyu bu iğrençliği bir münevverlik keyfiyeti olarak görmeye başladı? Toplumsal ahlâk haysiyetimiz nasıl bu denli âlûfteleşti? Cevap çok net aslında. Daha sonra, çok daha keskin çizgilerle ifade ederiz kısmetse. Şimdilik şöyle söyleyelim:
Bu ahlâksızlık kumkumasının tohumları, putperest bir ideolojinin Türk insanının ruh köklerini işgal edip, (güya) çağdaşlık ve (sanki) Batılılık pompalayan protez bir damar olarak toplumsal fizyolojimize nakşedildiği zamanlarda çınarlaşmıştır.
Bize düşen, bir an evvel bu çınarı tuz buz etmek, derinlere yerleşmiş köklerini de mukaddes ölçülerden aldığımız kudretle yakıp, kül kıvamına getirmektir!..