Doğrusu, Allah katında ayların sayısı on iki aydır.
Gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında (böyle yazılmıştır). Bunlardan dördü haram aylardır. Bu da doğru olan dinin hükmüdür.
Bu sebeple bunlar hakkında nefislerinize haksızlık yapmayınız. Müşrikler size karşı topyekun savaştıkları gibi siz de onlara karşı topyekun savaş açın. Ve iyi bilin ki, Allah muttakilerle beraberdir.
Tevbe Suresi, 36
Ey Muhammed! Sana haram aydan ve o ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük bir günahtır. Bununla beraber Allah yolundan alıkoymak, O’nu inkar etmek, insanları, Mescid-i Haram’dan menetmek ve halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır ve fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir.
Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.
Bakara Suresi, 217
İçten ve dıştan kuşatıldığımız bir hengâmda, ayrıcalıklı bir zaman dilimi olduğu nas ile müseccel mübarek ‘üç aylar’a girmek üzereyiz.
Dört ‘haram ay’dan birisi olan Receb-i Şerif’e ulaşmamıza sadece iki gün kaldı.
Üç boyutlu dünyada gürültü ve patırtı öylesine baskın ki, bu manevi iklim adeta kendisini soyutladı arasına karıştığı insanlıktan…
İtiraf etmek gerekir ki, gürültü de gürültü hani…
Kıyamet kopuyor desek yeridir.
Bir yanda, ‘mazlumların kanı, seylâplar gibi akarken’ yükselen feryat, diğer yanda küfrün ve zulmün müstahkem kalelerinin, temellerinden sarsılırken çıkardığı uğultu…
Bir yanda, zalimlere taşeronluk yapanların, kaybetme endişesiyle çıkardığı hayvani sesler, diğer yanda, zalimlere şirin görünmek için mazlumları tan eden bedbaht iniltiler…
Bu birbirine karışan mütenakız seslerin sonu hayra mı yoksa şerre mi inkılâp olunur, doğrusu bilemiyoruz.
‘Asa en tekrehu şey’en, ve huve hayr’ul-lekum’ (Sizin kerih gördükleriniz de hayır vardır), ayetinin sırrınca bizler bu karmaşanın sonunda hayrı intizarla güzelliklere ulaşmayı ümit ediyoruz elbette.
‘La ye’lemu ğaybe illallah!’ (Gaybı sadece Allah bilir!), sırrınca da mütevekkil ve teslim olarak ‘o kâfirlerin nasıl bir inkılâpla sarsılacağı’ zamanı gözlüyoruz…
En azından bunu ümit ediyoruz…
Bunları ifade ederken, ‘başkalarının acısı’ üzerinden bir söylem yükseltmiyoruz tabii ki…
Başlarken, ‘üç boyutlu dünya’ diyerek kast-ı mahsusa ile bir hususa dikkat çekmeye çalıştım.
Maksadım, objektivite kriterleri muvacehesince ‘genişlik, uzunluk ve derinlik’ten maada başka bir ‘boyut’ tanımayan nadanlara, ‘üç ayları’ vesile edip bereketin ve ihlâsın hayat verdiği deruni boyutları hatırlatmaktı.
Üç boyutlu dünyada ‘ölüm’, gerçek bir trajedidir.
Başkasının ölümü, diğer bir deyişle ‘başkasının acısı’, bu açıdan bakıldığında, üzerinde zorlanmadan mükâleme edilecek bir şeymiş gibi görünür.
Oysa manevi rabıtayla murabıt olanlar için ‘başkasının ölümü’ yahut ‘başkasının acısı’ söz konusu olamaz.
Bu sebeple Gazze’deki kardeşlerimizin acılarını dindirmek uğruna canını feda eden 10 kardeşimizin acısı, topyekûn bir ümmetin acısıdır!…
Yahut sevinci…
Acı da, sevinç de tamamen izafi kavramlar…
‘Neye göre acı, neye göre sevinç?’ soruları kaçınılmazdır bu nitelemelerin akabinde…
Eğer ‘üç boyutlu’ sığlığı aşmışsa kişi, ‘onlar mahzun olacak da değillerdir!’ mealindeki ayetin müjdesiyle ‘mutlak sevince’ giden yolun kapısını aralamış demektir.
Şöyle düşünelim isterseniz…
Allah’ın kendisinden razı olduğu mü’min bir kişi tasavvur edelim.
Bu zat, varsayalım ki yetmiş yıl yaşamış, tüm yaşantısı boyunca dünyevi ölçülerde işkence görmüş ve dünya hayatından teskeresini alıp ebedi hayata bu hal üzere göçmüş olsun.
Kur’an’ın tebşiriyle biliyoruz ki bu zat, ebedi bir mutlulukla ödüllendirilecektir.
Yani bir anlamda ‘mutlak sevinçle’ tanışık olacaktır.
Kafası ‘rasyonaliteden’ ötesine basmayanlar bile bu zatın yüzde 100 karlı olduğunu şıpınişi anlayacaklardır katiyen!
Zira sonsuz değer karşısında 70, ‘sıfıra’ tekabül eder.
Daha da açıkçası, matematiksel anlamda yüzde 100 karlı çıkmanın dışında hakikat nokta-i nazarında da, 70 yılını işkenceyle geçirmiş bir kişinin çektiği sıkıntılar, yaşanıp tüketildiği için hiçbir değer ifade etmez!
O halde…
Ebedi sevince açılan kapılardan bir kapı olan Recep ayını ‘hoş amedilerle’ karşılamak, yaşanılan izafi sıkıntıların vücuda getirdiği elemlerden sıyrılmak ve yüzde 100 karlı çıkılacak bir kazancı elde etmeye talip olmak zamanı…
Sözüm, elbette ki, Kur’an’dan aldığı dersle ‘ayrıcalıklı bir zaman diliminin’ bulunduğuna, bereketin kuşatıcılığına ve ‘üç boyutlu’ sığlığa itiraz sesi yükseltenleredir.
‘Üç ayları’ bidat yahut hurafe olarak niteleyenler, lütfen üzerlerine alınmasınlar.
Onlar için matematik dünyası, ölçülüp tartılan meta ve bilumum objektif ölçüler esas duruşta beklemede…
Son söz, sahih bir rivayete göre Efendimiz’in (s.a.v.), Recep ayına girildiğinde yaptığı dua olsun:
“Allahümme barik lena fi Recebe ve Şaban ve belliğna Ramazan.”
Yani; “Allah’ım Receb’i ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizleri Ramazana kavuştur.”
Not: Haram aylar (hürmete lâyık aylar), Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarıdır.
Bu aylarda savaş yapmak yasak olduğu için bu adı almıştır.
“Ebedi sevince açılan kapılardan bir kapı olan Recep ayını ‘hoş amedilerle’ karşılamak, yaşanılan izafi sıkıntıların vücuda getirdiği elemlerden sıyrılmak ve yüzde 100 karlı çıkılacak bir kazancı elde etmeye talip olmak zamanı…”