Ne kadar üzücüdür ki, Kur’an’ı işte böyle (çarpık) anlıyoruz! Onun anlam dünyasını bu denli yitirmişiz! İnsanlar üzerinde baskı kurmadan onların hakkı benimsemeyeceğini zannetmeye başladığımız andan itibaren iltibas yani hakkı batılla karıştırma hastalığına yakalandık! Hakikat hakkında ne kadar kötü zanlara kapılmışız! O kadar ki, hak ile bâtıla fırsat eşitliği tanındığında bâtılın üstünlük kuracağına inanır olduk! Kâinat ve varoluş yasalarını yanlış anlayarak; bâtıl ortaya çıkarsa hakkın yok olup gitmeye mahkûm olduğunu zannetmeye başladık! Hem de Kur’an çok açık bir ifadeyle;
“Yine de ki: Hak geldi, (sahte ve tutarsız olan) bâtıl ise yıkılıp gitti.” buyurduğu hâlde! Hepsi bu kadar da değil, Rabbimiz şunu da ilave edip dururken biz yanlış inanışlara saplandık:
“Çünkü her bâtıl zaten yıkılıp gitmeye mahkûmdur!” (İsra 17:81). Zira bâtılın hakkın karşısında durabilme kabiliyeti yoktur. Aynı şekilde karanlığın da ışık geldiğinde var kalabilme kabiliyeti yoktur. Allah’ın kâinata koymuş olduğu yasa budur.
İliklerimize kadar işlemiş olan bilinçsiz anlayış, nazarımızda hak ile bâtılın karışmasına yol açmıştır. Oysa Allah Teâlâ bize açıkça şu uyarıyı yapmaktadır:
“Hakkı bâtılla karıştırmayın ve bildiğiniz hâlde hakkı gizlemeyin!” (Bakara 2:42). (Bu uyarıya kulak asmayan) insanları da Allah Teâlâ şu şekilde kınamaktadır:
“Niçin hakka bâtıl elbisesi giydirip de bildiğiniz hâlde hakikati gizliyorsunuz?” (Âl-i İmran 3:71).
Şayet hakkın baskı ve zulme maruz kaldığını görüyorsak, ortada saf bir hak değil hakkın bâtıla bulanmış bir versiyonu duruyor demektir. Bu karışıklığı ruhumuzdan söküp atmalıyız. Zira öz benliğimizde ortaya çıkmayan değişim dış gerçekliğimizde de ortaya çıkmayacaktır. Biz, insanlara seçme özgürlüğü verilirse Allah’ın seçimleri kaybedeceğini zannediyoruz! Oysa seçimleri kaybedecek olan biziz, Allah değil hâşâ! Ne var ki, bâtıl arzularımız yüzünden hak algımız bulandı ve Allah hakkında suizanda bulunduk, O’na yalan isnat ettik, Rabbimize iftira attık! İşte böylece Allah’ın dosdoğru yolundan saptık ve saptırdık! Bizim bu tavrımız hakkında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Bakın işte, Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi helâke sürükledi de, böylece hüsrana uğrayanlardan olup çıktınız!” (Fussilet 41:23). Şu koca dünyada işlerinde hüsrana uğrama açısından Müslümanlardan daha ileri durumda olan bir toplum var mıdır? Peki, -hâşâ- Allah mıdır bize bu zulümleri reva gören, yoksa biz mi kendi kendimize zulmediyoruz?
“Bu, kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır. Unutmayın ki Allah’ın kullarına zulmetme ihtimali bulunmamaktadır!” (Âl-i İmran 3:182. Keza bakınız: Enfâl 8:51, Hacc 22:10, Fussilet 41:46, Qâf 50:29). Allah’a yalan isnat etmememiz ve iftira atmamamız gerekir. Son derece açık konuları o denli birbirine karıştırmışız ki, bunları ayıklayacak ve olayın gerçek yüzünü aydınlatacak takatimiz kalmadı!
Mademki bâtıl yıkılıp yok olmamış, bilakis onu iktidar koltuğuna ya da minbere kurulmuş görüyoruz, bu demektir ki onun karşı karşıya kaldığı şey kesinlikle hak değil, bilakis başka kılığa girmiş bâtıl ya da bâtıla bulanmış haktır! Çünkü, hak; Allah’ın izniyle ve O’nun koymuş olduğu kanunlar gereğince karşısında bâtılın asla duramayacağı bir gerçekliktir.
Zanna kapılıp karıştırdığımız bir başka husus; hakkın daima kendisine yardımcı olan bir kuvvete muhtaç olduğu, kas gücü desteği bulmaksızın açığa çıkamayacağı ve ayakta kalamayacağı kuruntusudur! Yerine ve şartlarına göre hakkın yanında güç bazen olur bazen de olmaz. Ancak, Kur’an’a göre kesin olan şudur ki; hak ortaya çıktığında bâtıl mutlaka yok olacaktır:
“Aksine Biz, (mutlak hakikate atıf olan) hakkı (amaçlı ve anlamlı yaratılış gerçeğini), bâtılın (amaçsızlık ve anlamsızlığın) başına çalarız da, o berikinin belini kırar; işte o zaman beriki de yok olup gider. İşte (Yaratan ve yaratılan) konusunda bu türden tanımlamalarınızdan dolayı yazıklar olsun size!” (Enbiya 21:18).
Nebilerin getirdiği yöntem; silahın ve gücün kitaba ve ilme mahkûm olmasıdır, kitabın ve ilmin silaha değil! Hak, güç karşısında üstün ve öncelikli konumdadır. Güç ve silah kullanarak hak ve doğruluk toplumu inşa etmek isteyenlerin zannettiği gibi güç; hak karşısında üstün ve öncelikli değildir.
Biz bugün hakkı lâyık olduğu konumuna iade etmeye muktedir değiliz. Çünkü hakkı çiğneyip gücü üstün tuttuk! Hakkı çiğnediğimiz için gerek yerel gerekse küresel planda gücün rezil rüsva ettiği kimseler olduk! Bir an olsun hakkın saygınlığının bilincine eremiyoruz. Bilakis, gücün hakkı üreteceği hayal ve kuruntusu altında ezilmiş durumdayız.
Düşüncelerinin gücün desteği olmadan başarılı olamayacağını sananlar, güç olmadan hakkın salt hurafeden ibaret olduğuna inanıyor demektir. Ben de diyorum ki; hak olmadan güç şeytanlıktan ve tağutluktan ibarettir! Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Onlar Allah’ın (hidayet) nurunu üfürükleriyle söndürmek için can atmaktadırlar. Oysa, kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıranlar hoşlanmasa da, Elçi’sini yol rehberliği ve (hak) dini kendi bütünlüğü içinde tamamen ortaya koymak için Hakk’ın dini ile gönderen O’dur.” (Saff 61:8-9).
Kendimize rağmen yakında uyanacağız; âfâk ve enfüs ayetlerinin Kitab’ın âyetlerini nasıl doğruladığına şahitlik edeceğiz:
“Vakti geldikçe insana, kâinatın uçsuz bucaksız ufuklarında ve bizzat kendi iç dünyasında mesajlarımızı göstereceğiz. Tâ ki bu vahyin tartışmasız bir gerçek olduğu herkes için ortaya çıksın. Her şeye şahit olan senin Rabbin (insana) yetmedi mi?” (Fussilet 41:53).
Çeviri: Fethi Güngör