Sıfatı, adı sanı ve kisvesi her ne olursa olsun; İster Paralel, isterse Işid… İster Hizbulesed, isterse İsrail… Belki bazen Modernizm, bazen de Laiklik… Kimi zaman Evangelist ABD, kimi zaman mezhep faşisti İran yönetimi… Dünyaperest Rusya yahut Çin… Hepsini yeneceğiz!
Arap-İslam coğrafyasında Arap Baharı, Uyanışı, Ayaklanması ya da en doğru ifadesiyle ”İntifadası” gibi farklı adlarla tanımlana gelen devrimci halk hareketlerinin başlaması üzerinden dört yıl geçti. Bu ülkelerin halkları, hepimizin bildiği gibi Tunus’ta Buazizi isimli bir gencin maruz kaldığı onur kırıcı bir davranış neticesinde kendisini yakmasından mülhem alevlerle tutuşup yollara düşmüşler, Hürriyet kavramını önceleyerek onlarca yıldır enselerinde boza pişiren, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, fırsat eşitliği konularında en ufak bir tolerans dahi göstermeye yanaşmayan müzmin diktatörlük rejimlerine karşı başlarına gelebileceklere aldırmaksızın kıyam etmişlerdi. Hepimizi heyecanlandıran ve başarabilmeleri için niyazlarda bulunduğumuz bu kıyamlar kimi ülkelerde kısa zamanda neticesini vermiş kimilerinde ise sürece yayılmıştı. Özellikle devrimin Arap liginin lokomotifi olan Mısır’da başarması, dünyanın tüm özgürlük yanlılarını umutlandırmış üstelik Suriye gibi hassas bir bölgeye sıçraması ise, Birinci Dünya Savaşı İngiltere ve Şerikleri Mütegallibesinin kurduğu rejim ve sınırların-sınırlamaların- ortadan kalkıp kendi asli mecraına dönebileceği yönündeki beklenti ve umutları artırmıştı.
Mısır’ın binlerce yıllık tarihi boyunca ilk kez 2012 yılında yapılan iözgür başkanlık seçimlerini Muhammed Mursi’nin kazanması ve tam da aynı günlerde Katil Esed Rejiminin devrimci halk güçlerince yıkılmak üzere oluşu dünyaya hükmettiğini vehmeden ”Üst Aklı” bir anda politika değişikliğine gitmek zorunda bıraktı.
Suriye Devrimi başarmak üzereyken, bunu öteleyip örselemek ve bu yöndeki umutları kırıp yok etmek adına gözlerini kırpmadan her türlü iğrenç cinayetleri işleyebilen insanlık dışı Esed rejiminin yerinde kalmasına bir şekilde destek vermek ve Mısır’da çoğunluğun oyunu alarak seçilmiş bir devlet başkanının devrilmesi için binlerce Mısırlının katledilmesine göz yummak gibi onursuzca bir politika değişikliğiydi bu.
O günlerde bu ”Üst ve İnsanlık Düşmanı Akıl” Türkiye’de de, Taksim Gezi Parkı olaylarını palazlandırarak bir başka plana imza atıyordu. Türkiye halkının ve liderlerinin ”Sağlam İradesi” O şeytani aklın tezgahlarını bu ülkede bazı bedellere rağmen boşa çıkarmaya yetmişti, ancak başından beri net bir insani ve vicdani duruşla yaklaştıkları Suriye ve Mısır’daki gelişmeler karşısında kendi başlarına -çeşitli riskler içerse de – seslerini daha çok yükseltmekten başka yapabilecekleri çok da bir şey yoktu.
100 yıl önce girişilen bir dünya savaşı sonrasında Osmanlı coğrafyasını ve devletini paramparça edip kendilerine göre bir düzen kuran müstevliler yeni yetme iktidar heveslisi bazı yerel mafyacı-şaki ailelerle iş birliği yaparak sürekli kontrol altında tutabilip kaynaklarını sömürecekleri ve en nihai noktada da kendilerine muhtaç olacak sınırlar içerisinde tufeyli rejimler oluşturmuşlardı.
Bu sınırlar içerisinde hayat öpücüğü verdikleri bu faşist ve eli kanlı tiranların şiddet içerikli tahakkümleri karşısında hep ezik olacaklarını düşündükleri halklar bir gün, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın kız, ümmi alim, korku duvarlarını yıkıp ”Gün Bugündür” diyerek kıyama durup uzunca yıllar boyu sindirilmiş olarak ürkekçe yürüyüp geçmek zorunda kaldıkları kadim şehirlerinin cadde ve sokaklarında ve en büyük bulvarlarında ”Özgürlük” çığlıkları atmaya başlayıp, çocuklarının ve bundan sonraki nesillerinin , onur ve şerefleri çiğnenerek yaşamak zorunda bırakılmış babaları gibi olmaması adına dikildiklerinde, o alçak Üst Akıl önce iyimser yaklaştı. Bu yeni durum karşısında ne gibi kazanımlar elde edebiliriz, bölgedeki egemenliğimize zarar vermeyecek şekilde nasıl bir yeni düzen kurabiliriz diyerek ölçtü tarttı. ”Lanet olası nasıl da alçakça ölçtü tarttı!..” Baktılar ve gördüler ki, bu devrimler gerçekleşirse asla onlara yaramayacak. Çünkü orada artık Yeni Türkiye, yani, tüm mazlum ve ezilmiş halklardan yana, adaleti yüce değer kabul eden, ait olduğu kadim ve köklü bir medeniyetin kodlarından kendini yeniden gerçekleştirmeye namzet yeni bir devlet var ve tüm bu halk devrimleri en nihayetinde bu devleti daha çok güçlendirmeye yarar. Ve Üst Akıl dedi ki; ”O halde bırakalım Sisi daha çok öldürsün Mısır’ı , izin verelim Beşşar yerle bir edemediği şehirler ya da mahalleler varsa onları da içinde yaşayanlarıyla birlikte daha çok yok etsin; 300 bin yetmez, 3 Milyon öldürsün. En nihayetinde hiç biri bizim MİLLETİMİZDEN değil.” Bu sözler Türkiye’de 17- 25 Aralık süreçleri başlatılırken söylenmişti.
Biz devrimleri çok sevmiştik ve şimdi daha şiddetli seviyoruz. Anamız, avradımız gibi, namusumuz gibi, Türkiye gibi, vatan gibi. Geleceğimiz, umudumuz, servetimiz, zenginliğimiz gibi. Evlatlarımız, yavrularımız, çocuklarımız gibi…
Biz, 100 yıl önce ”Üst Akıl Şeytanı” ve işbirlikçileri karşısında bir yenilgi yaşamıştık, doğrudur. Bir dönem sesimiz soluğumuz özellikle bu şeytanın yerli yancıları nedeniyle pek de çıkamamıştır, bu da bir gerçektir. Ama onun doğruluğa karşı kin ve nefreti nasıl hala diri ise, o şerefsizi alt etmek noktasında bizim de Hakk adına şimdi şevkimiz, inancımız ve gücümüz, özgüvenimiz en doruk noktasındadır. Sıfatı, adı sanı ve kisvesi her ne olursa olsun; İster Paralel, isterse Işid… İster Hizbulesed, isterse İsrail… Belki bazen Modernizm, bazen de Laiklik… Kimi zaman Evangelist ABD, kimi zaman mezhep faşisti İran yönetimi… Dünyaperest Rusya veyahut Çin..
Hepinizi yeneceğiz!……
Hak ve adaletin yılmaz savaşçıları tüm katil ve zalimleri yeryüzünden silecek ve halkların özgürlük yolunda dökülen kanları hepinizi bu kadim ve mübarek coğrafyada boğacaktır..
Bu, atamız Habil’in haksızlıkla dökülen kanı üzerine Rabbimize verdiğimiz bir ahittir. Kabil’in evlatları korkmalı!
Selam ve dua ile…