Geçtiğimiz hafta İslam İşbirliği Teşkilatı’nın mensupları ülkemizde bir araya geldi. Örgütün dünyanın dört bir yanından 57 üyesi bulunuyor. Sayıya ve üye devletlerin temsilcilerinin son kez bir araya geldiği kartpostallık fotoğrafa bakınca “ne kadar çokmuşuz” diyesi geliyor insanın. Kemmiyet ve keyfiyetin birbirine bu kadar dargın ve yorgun olduğu başka bir yapı var mıdır ki? Teşkilat, 1969 yılında kurulmuş. Ortaya çıkışındaki ilk amacın İslam dünyasının hak ve çıkarlarını korumak iddiası olduğunu hatırlayınca insanın sorası geliyor, muhteremler bunun için bugüne kadar ne yaptınız? Hangi yaraya merhem sürdünüz?

Örgütün kuruluş hassasiyetine sonsuz değer veriyorum. Teşkilat, zalim İsrail devletinin işgali altında inleyen mübarek Kudüs topraklarındaki ismi uzak ama kendi kalbimiz kadar yakın olan El-Aksa Camii’nin işgalci Yahudiler tarafından yakılmasına bir tepki neticesinde ortaya çıkmış. En azından bu duyarlılığa takke  giyilir. Maalesef gelinen noktada şunu kabul etmek mecburiyetindeyiz ki kurum işlevselliği hususunda kifayetsiz, kendinden beklenen umutları heba etme noktasında ise maharetli bir şöhrete sahiptir.

Başkanlığı geçici bir süre bize geçen İİT hakkında umutlanmak istiyoruz. Zira ittihada ilaç gibi muhtacız. Cumhurbaşkanımız, yürek sazımızın bam teline değen sözler sarfetti. O’nun bu sözlerinde ne kadar samimi olduğuna göz yaşları şahittir. Ancak üye ülkeler arasındaki küresel insicamsızlık ve milli çıkarcılık bu oluşumu fonksiyonel kılmaya ne kadar fırsat verir, kestirmek zor. İslam ülkelerinin İslam ordusu adı altında bir araya gelip tatbikat yapmaları bile içimizdeki Musabları depreştirdi. Atlarımıza eğer vurduk. Toprağa gömdüğümüz marşları kınından çıkardık.

Bugün İslam birliğinden bahsetmek bıyık altı sırıtışlarını tahrik eden bir ütopya gibi. Lakin nesiller değişecek, çölleşen akıllar ayaklarımızın altında ezilecek, imanlar yenilenecek ve biz yeniden tevhit edip galip geleceğiz.

Evet, bugün bölük pörçüğüz. Çünkü;

Allah’ın ipini bıraktık ve tarihin zirvesinden aşağı yuvarlandık. Her yerimiz yarabere içinde şimdi. Ama yaralarımızı saracağız.

Rabbimizin üzerimizdeki nimetinden gafil olduk. Nimetlere öyle yumulduk ki onu vereni unuttuk. Ama bu derin uykudan uyanıp yeniden umut zırhını kuşanacağız.

Bizi kardeş kılanın bizi Yaratan oluşundan hareketle bu uhuvvetin arızi ve izafi değil fıtri ve baki olduğunu unuttuk. Kırık dökük anılar üzerine bir devrimin şaetmeye çabalamak yerine ‘elifba’ya yeni başlar gibi her şeyi baştan talim edeceğiz.

Bugün ateş çukurunun kenarında değil tam dibindeyiz. Bir kervan geçmez ki Yusuf’ların elinden tutsun. Fakat biliyor ve iman ediyoruz ki Yusuf’un Rabbi, Mısır’ı onunla şereflendirecek ve biz buna şahitlik edeceğiz.

Allah’a ve Resûl’üne layıkıyla itaat etmediğimiz için birbirimizin dostu yerine kurdu olduk. ‘Kardeşini sevmeden gerçekten iman etmiş olamazsın.’ Diyen nebiye sağırlaştık. Aramıza ekilen nefret tohumlarını biz yeşerttik. Nihayet İlahi yasa gereği gücümüz ve devletimiz elden gitti.

Amma velakin ümmet olarak Ziya Paşa’ya koro halinde eşlik ediyoruz.

Allah’a tevekkül edenin yaveri haktır

Nâşad gönül bir gün olur şad olacaktır

Hamiş: Pazartesi yayınlanan yazımızda MKEK’de meydana gelen casusluk olayı ile ilgili düşüncelerimizi paylaşırken eksik ve hatalı bilgiden mütevellit kamuoyunda öfke uyandıran olayın kahramanını MKE Kurumu genel müdürü şeklinde sunarak sayın müdürü istemeden hedef almış gibi olmuşuz. Sözlerimizin muhatabının kurum genel müdürü değil, olayın faili olan MKE silah fabrikası eski müdürü olduğunu belirtir, yanlış anlaşılmadan dolayı helallik dilerim.