Tarihi asla yok edemezsiniz, çarpıtır, değiştirir, yok sayarsınız belki ama o günü geldiğinde bunu yapanların yüzüne tükürür.

Tarih; çok kısa özeti ile insanın geçmişte yaptıklarını yazması veya yaşadıklarının yazılmasıdır. Bir toplumu millet yapan en önemli özelliklerden birincisi tarih bilincidir. Tarihi olmayan bir toplumun geleceği de olmaz. Dünyada halen var olan ve büyük millet adını verdiğimiz toplulukların tamamı ortak tarih, dil, din, bilinciyle birbirine bağlıdır. Bu nedenle toplumun ve toplumların tarihi geçmişi sadece kendi toplulukları için değil, ilişkide oldukları diğer toplumlar için de çok önemlidir.

İbn-i Haldun un Mukaddime’sinde şöyle der: 

“Ve sen tarihini bilerek devlet ricalinin bu kapıdan nasıl geçtiğini anlayacaksın.”

Kısaca kökü olmayan bir toplum devlet olmayı beceremez. Köklerinden koparılmış, gerçeklerden uzaklaştırılmış bir toplum kimliksizleşir ve köleleşir.

Bütün problem burada başlıyor ve dananın kuyruğunun koptuğu yer de bu.

Sürekli kahramanlık destanları mı? Övme, yüceltme, başarı üzerine kurulu bir tarih yazımı mı?

Yoksa eğrisi ve doğrusu ile gerçeğin kayda geçirilmesi ve buradan nesiller boyu ders çıkarılması mı?

Tarih; İnsanın hareketlerini, ürettiklerini,  düşündüklerini kapsamaktadır.

Tarih; olmuşların ve insanlığın geçmişinin yitip gitmemesi, karanlıklarda kaybolmaması amacına yönelik olarak çalıştığı sürece gelecek nesiller için veri oluşturabilir ancak.

Geçmişi olmayan bir varlık eksiktir. İnsan, gelişebilmesi için geçmişini ileriye taşıyabilmelidir. Kendimizi; geçmişimiz olmadan anlamamız mümkün değildir.

Hele zaman içerisinde derin izler bırakmış şahsiyetlerin kendi düşüncelerini ve emellerini, mefkûrelerini hayata geçirmek adına birtakım tarihi bilgileri yok sayıyor, reddediyor ve bir başlangıç olarak kendi mefkûresini başlangıç olarak alıyorsa işte bu kıyametin ta kendisinden başka bir şey değil.

Tarihte, geçmişte olanlar, insanlara acı verebilir. Bu nedenle, insanlar geçmişlerini unutmak, unutturmak üzerine sünger çekmek ve planını hayata geçirmek adına kasıtlı olarak bunu yapıyorsa işte bu affedilir bir durum değildir.

Ancak insanın, insanlık tarihinin kaydını çarpıtmak veya yok etmek, insanı fakir, fakir olmasının yanında geleceği olmayan birisi haline getireceği için tehlikelidir. Gerçeklerle asla oynanmamalıdır.

Ne yazık ki biz nesiller boyu bu durum ile karşı karşıya kalmış bir millet olarak bunun acısını çok çektik. Hâlâ da bunun savaşını verme çabasında olduk. Zihni yapıları yalanlarla ve kasıtlı çarpıtılmış bilgilerle iğdiş edilmiş bir nesle yeniden gerçeği ama sadece gerçeği verme çabasında çabalayıp duruyoruz.

Kaybedilen değerleri tekrar kazandırmak yolunda bir roman yazarı olarak mücadele vermemin de bir sebebi bu.

Romanlarımda tarihe de yer vermemin sebebinin bir sorumluluk olduğunu düşündüğümden yakın tarihimizde yaşanan olayları konu edinmeye çalışıyorum.

Biliyorum ki roman bir kültürü ve bilinci yeniden var etmenin ya da yok etmenin en güçlü araçlardan biridir.

Tarihteki olayların doğru olarak intikal edebilmesi, doğru düzenlenmiş belgelerle mümkündür. Ancak bu şekilde geçmişi doğru olarak anlayabiliriz.

İngilizler, Kut’ül Amare başarısını çok hafife almaya ve bu zaferi önemsiz göstermeye çalıştılar. Bu başarı, askeri kışlalarda Kut Zaferi olarak 1945’e kadar kutlanıyordu. İngilizlerin isteği ve baskıları sonucu bu zafer de bize unutturuldu.

Korkunç olan bu tarihi gerçekliği 1945’ten itibaren nesiller boyu hiç konuşmamamız ve yok saymaya çabalamamızdır.

İngiliz şövalyelerinin hayat hikâyelerini bütün detaylarına kadar öğrendiğimiz ve kutsadığımız zamanlardan İngilizler’e karşı kazanılmış bir zaferi İngilizlere inat tekrar gün yüzüne çıkarmış olma zamanlarına ulaştığımız için mutluyum.

Birileri istedi diye değil, gerçek sadece gerçek adına saklı tarih ortayı çıkarılmalıdır.

Tarihte yaşananlar ne ise gün yüzüne çıkarmaya ve konuşulmasına vesile olma ahlaklı ve vicdanlı bütün tarihçilerin büyük sorumluluğudur.

Gerçeği istiyoruz, sadece gerçeği…