Hamas’ın Gazze çevresindeki Yahudi yerleşimlerinde İsrail ordusuna ve yerleşimcilere yönelik düzenlediği Aksa Tufanı operasyonu sırasında İsrailli Binbaşı David Ben Zion, Hamas savaşçılarının 40 bebeğin kafasını kestiğine dair bir iddiayı ortaya attı.

Ben Zion’un iddiası öylesine hızlı bir şekilde yayıldı ki aynı günün akşamında hem İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hem de ABD Başkanı Joe Biden iddiayı dillendirdi. Kısa süre içinde hem İsrail hem de ABD’li yetkililer tarafından iddia yalanlanmasına rağmen “kafa kesmek” ve “Müslüman” tabirlerinin çoğu çevrenin yan yana geldiğinde en sevdiği iki kelime olması nedeniyle iddia sıcaklığını koruyor.

ABD Genelkurmay Başkanı Lloyd Austin’in Tel Aviv’de İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile gerçekleştirdiği ortak basın açıklamasında sarf ettiği sözler ise söz konusu iddianın yalanlanmış olsa da ABD ve İsrail tarafından atacakları adımlara temel teşkil edeceğini gösteriyor. Zira Austin ve Gallant, yaptıkları açıklamalarda sık sık Hamas’ı DEAŞ ile eşitledi ve ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerinin 2016-2017 aralığında Suriye’nin kuzeyindeki Rakka ve çevresi ile Irak’ın kuzeyindeki Musul kentlerinde DEAŞ terör örgütüne karşı gerçekleştirdiği operasyonun bir benzerinin Gazze’de düzenleneceğine dair doneler verdi.

Gazeteciler tarafından sorulan bir soru ise iki ülkenin niyetini ve USS Gerald R. Ford uçak gemisinin neden Doğu Akdeniz’e demirlediğini ortaya koyan cinstendi. Soru, ABD’nin DEAŞ’a karşı yürüttüğü meskun mahal operasyonlarından çıkardığı dersleri İsrail ile paylaşıp paylaşmayacağına ilişkindi. Austin ise “Elbette bu operasyonlardan önemli dersler çıkardık ve bunları müttefikimize aktaracağız.” diye cevap verdi.

Gallant da toplantıda sık sık Gazze’nin kuzeyindeki sivillerin güneye tehcir edilmesi konusunu gündeme taşıyarak, sorulan DEAŞ sorularının ve Ben Zion’un iddiasının bu kadar revaç bulmasının asla bir tesadüf olmadığını göstermiş oluyordu.

Rakka’da ne oldu?

Gallant ve Austin’in kafasındaki planı anlayabilmek için Rakka’da ne olduğunu hatırlamak gerekiyor. Henüz üzerinden fazla bir zaman geçmemesi nedeniyle bu satırları okuyan herkes Batılıların DEAŞ üzerinden Müslümanlara yönelik nasıl bir şeytanlaştırma operasyonu yürüttüklerini hatırlayacaktır. Örgütün yaptığı her vahşet toptan Müslümanlara mal edilmiş ve örgüte yönelik operasyonlarda sivil-militan ayrımı yapılmamasının önü açılmıştı.

Ben Zion’un iddialarına sık sık sarılan İsrail yönetimi, Hamas’ın asla DEAŞ gibi bir hareket içerisinde olmamasının ortaya konmasına imkân tanımak istemiyormuşçasına sivillerin Güney Gazze’ye geçişi için 24 saat süre verdi. İsrail yönetimi, Gazze’ye attığı bildirilerle de “Ölümle yüzleşmek istemiyorsanız gidin!” ifadelerine yer vermişti. Aynı ifadeleri basın toplantısında hem Austin hem de Gallant dillendirdi.

Benzer bir durum Rakka’da yaşanmıştı. Koalisyon uçakları, kent üzerinde uçuşlar yaparak bir çok noktaya benzer mesajlar atmıştı. (Bu noktada aynı taktiği Halep’te Rusya, Esed rejimi ve İran’ın da uyguladığı gözden kaçmamalı)

Sonuçta Kasım 2016’da havadan koalisyon güçlerinin bombardımanları, karadan ise terör örgütü PYD/SDG militanlarının ilerleyişiyle Rakka kenti DEAŞ bahanesiyle gelişigüzel bir şekilde vurularak yerle bir edildi ve kentte yaşayanların çok büyük kısmı göç ettirildi. Aynı senaryoyu karada koalisyonun partnerini İran destekli Haşd-i Şabi militanlarıyla değiştirerek Musul’da uygulaması da dikkati çekicidir.

İsrail’in kara operasyonu muhtemel mi?

İsrail ordusu, Aksa Tufanı’nın ikinci gününden itibaren Gazze’ye kara operasyonu tehditlerini dillendirmeye başladı. Ancak İsrail ordusunun önceki tecrübelerinde Gazze ve Güney Lübnan’da olduğu gibi kara operasyonunda başarıyı yakalayamadığını biliyoruz. Bunun sebebi İsrail’in meskun mahal operasyonlarında yeterli tecrübeye sahip olmaması şeklinde açıklanamaz. Zira işgal güçleri, yıllardır Batı Şeria’da meskun mahallerde lokal operasyonlar yürüterek Filistinli direnişçilere karşı epey bir tecrübe kazandı.

İşgal ordusunun “sivil hassasiyet güttüğü için” meskun mahal operasyonlarında başarısız olduğu argümanı da doğru bir argüman sayılmaz. Hiç şüphesiz bu başarısızlık işgal ordusunun kara birliklerinin yeterli bağlılığa sahip olmamasıyla açıklanabilir. İsrail içinde son dönemde aşırı sağcı hükümetin yargının kendi üzerindeki denetimini yok eden yeni yargı reformu kanunu sırasında binlerce yedek subayın ordu hizmetini reddetmesi bunun önemli göstergelerinden. Karşılığında ise bölgeyi adım adım bilen ve sağlam ideolojik bağlara sahip yıllardır Gazze’de konuşlanmış bir Filistin direnişi var. Dolayısıyla, İsrail’in böyle bir operasyonu tek başına yürütmesi halinde çok ağır kayıplar vereceğini biliyor olması gerekiyor.

Bu noktada, ABD’nin desteği devreye giriyor ki bu destek de kara operasyonu için bir partneri zorunlu kılıyor. Zira eğer sadece katliam yapılacaksa İsrail’in hava bombardımanları ve füzelerle bu katliamı yapacak teknik bir alt yapısı kesinlikle vardır. Dolayısıyla bütün bunları üst üste koyduğumda Austin ve Gallant’ın “Hamas=DEAŞ” vurgusunun temelinde yatan şeyin Gazze’ye düzenlenecek bombardımanlarda sivil-silahlı ayrımı yapmamanın önünü açmak ve böylelikle hem bir yandan direnişi olabildiğince zayıflatırken diğer yandan da Abraham anlaşmalarıyla İsrail’e yaklaştırmaya çalıştığı bölge ülkelerine bir de Hamas=DEAŞ sopasını göstererek bu süreçten caymamalarını temin etmek olduğunu düşünüyorum.