Bugünün fotoğrafını Mesnevi’deki şu kıssa ile (yeniden) okuyalım:
Hristiyanlık yeni yeni yayılmaya başlamıştı. İlk yıllarda inananlar dinlerini gizliyor, dini görevlerini gizli yapıyorlardı. Birbirleriyle gizlice buluşuyor büyük bir gizlilik içinde dinlerini yayıyorlardı. Gizli olmasına rağmen her geçen gün inananların sayısı artıyordu.
O yıllarda, bir Yahudi kral vardı. İnsanların kendisinden izin almadan Hristiyan olmasına çok kızıyordu. İnananların sayısı arttıkça kralın öfkesi de kabarıyordu. İnsanlara engel olabilmek için hafiye görevlendiriyor, takip ettiriyor ve tehdit ediyordu.
Yaptığı uyarı ve tehditler fayda etmiyordu. Daha zalim olmaya başlamıştı. Her gün yüzlerce Hristiyan öldürmeye başladı. Bunun da bir faydası olmadı. İnananların sayısı her türlü zulme rağmen artıyordu.
Kral bir gün ülkede ne kadar inanan varsa hepsini bir vadiye topladı. Onlara dinlerinden dönmeleri çağrısı yaptı. Şayet vazgeçmezler ise hepsini öldüreceğini açıkladı. Veziri bunların hiçbir işe yaramayacağını anlattı. Kendisinin bir oyun kurduğunu, eğer başarılı olursa çok etkili olacağını söyledi:
“Önce benim Hristiyan olduğumu topluma yayacaksınız. Sonra beni yakalatıp zindana attıracak ve bunu herkese duyuracaksınız. Herkesin önünde bana işkence yaptırıp, kulağımı ve burnumu kestireceksiniz. Sonra kulaksız ve burunsuz olarak zindandan kaçmama göz yumacaksınız. Zindandan kaçarak o Hristiyanların arasına sığınırsam beni bir aziz gibi karşılarlar, sahiplenir ve saygı duyarlar. İçlerine girdikten sonra onların arasına fitne sokmak ve parçalamak kolay olur. Onları öyle birbirine düşürürüm ki dinimiz selamet bulur…”
Kral, vezirinin oyununu beğendi ve hemen uygulamaya başladı. Önce Hristiyan olduğunu ilan etti, sonra yakalatıp zindana attı. Burada kulağı ve burnunu keserek işkence yaptı. Daha sonra da kaçmasına göz yumdu.
Vezir, Hristiyanların arasına katılmıştı. O da görevini yapmaya başlamıştı. Aradan yıllar geçmesine rağmen vezir ve kral gizlice görüşüyordu. Vezir artık inananlar tarafından aziz (Pavlos) kabul ediliyordu. Herkes bütün işlerini ona danışıyor, o ne derse öyle yapıyordu.
O tarihlerde Hristiyan kavminin on iki emiri vardı. Bu emirler de vezire biat etmişlerdi. Vezir onları da avcunun içine almıştı. Vezir bu emirlerle gizlice ve tek tek görüşüyordu. Her birine ayrı şeyler anlatıyordu. Birine anlattığının tam tersini diğerine söylüyordu…
Vezir (Aziz Pavlos), bir süre sonra ani bir kararla mağarada inzivaya çekildi. Emirlere vermek üzere on iki ayrı tomara talimatlar yazdı. Emirleri tek tek mağaraya çağırarak her birine bir tomar verdi ve “Sen benim vekilimsin” dedi. “Ben öldükten sonra bu topluluğun lideri sen olacaksın, eğer bunun aksini iddia eden olursa, onunla savaşmalısın ki dinimiz bozulmasın, insanlar yanlış yollara sürüklenmesin” diye de salık verdi.
Görevini bitirdikten sonra da kendi hayatına son verdi. İnsanlar bir süre yas tuttular. Vezirin ani ölümünün şokunu atlattıktan sonra lider arayışı gündeme geldi. Aralarında bir uzlaşma sağlanamıyordu.
Zaman geçiyordu…
Eline tomarını alan emir, istişare heyetinin huzuruna geliyor ve vezirin (Aziz Pavlos) kendisini vekil bıraktığını iddia ediyordu. Kral ve vezirin kurduğu oyun fitnenin fitilini ateşlemişti. İnananlar on iki parçaya bölündü. Birbirleriyle savaşarak ölmeye ve öldürmeye başladı. Bir zamanlar kardeş olanlar birbirlerine düşman olmuş ve dinin safiyeti de bozulmuştu. Çünkü artık bir tarafın ‘din’ dediğine, karşı grup ‘küfür’ demeye başlamıştı.
Sonunda kaybeden birlik, beraberlik, kardeşlik oldu…