Türk tarih sayfasını kara bir geceyle kirleten kanlı ayaklanmasonrası,örgütlü yapının devlet kurumlarındaki şifrelerini konuşuyoruz.

Üniversitelerle ilgili itirafçılar konuşmaya başladı. Onları dinlemeye gerek yok. Herşey gözler önündeydi. FETÖ’yü üreten ve bugünlere gelmesini sağlayan kurumların başında gelen üniversitelerde, lisansüstü programlar için kurulmuş “altın nesil”, akademik kadrolar için şartları ayarlanmış ve rektörlere servis edilen parlatılmış “hizmet” erleri ve yurt sathındaki üniversitelerde yapılan rektörlük seçimlerini izleme komitesi gibi çalışan “abiler delegasyonu”bize herşeyi anlatıyordu.

Rektörlük seçimlerinde hangi adayın yapıya mensup ya da tezgâhından geçmişolduğuna bakılarakvaziyet alınıyor, sürece her koldan,tabir caizse abanılıyordu. “Hizmet”  markalı sivil toplum kuruluşları, abilerin gazeteleri, bürokrasi ve siyasette kripto “hizmet” verenlerin hemen hepsi seferber oluyordu.

Rektör atandıktan sonra da istediklerini yaptırabilmek için her türlü ilişkiyi harekete geçiriyor, özellikle de karar alma süreçlerinde bulunmaya çalışıyorlardı.

Çünkü… ÜniversiteFETÖ’nünüs bölgesi, karargâhı durumundaymış. Okullar ve dersaneler ile ilk motivasyonu sağlanan öğrencilerin sevk ve idaresi burada şekillenmiş. Stratejik açıdan hiçbir alanda boşluk bırakmayacak şekilde çalışma alanlarının belirlendiği en önemli geçiş süreci üniversite. Bilişim sistemleri, iletişim altyapısı, uluslararası ilişkiler, basın-yayın altyapısı ile devletin en mahrem alanlarınaüniversite üzerinden girilmek istenmiş.

Dersanelerde ve diğer liselerde hazırlanan öğrenciler üniversitelere yerleştirilirken nasıl ki bir stratejidoğrultusunda şekillendiriliyorsa üniversitedeki akademik kadrolar da aynı doğrultuda planlanmış.

Çağın meslekleri zannettiğimiz bilgisayar, elektronik haberleşme ve elektrik-elektronik bölümlerinin istihbarat, enformasyon ve harekât altyapısı olarak yıllar önce stratejik alanlar olarak belirlendiğini anlayamadık. Bu mesleklerin her biri devletin güvenlikkurumları ile deen iyi entegrasyon fırsatlarına sahip. Buradan mezun olanlar, devletin en mahrem alanlarına yerleşebildiği gibi sektörel girişimler için de imkân hazırlanmışve ihaleler yoluyla devletin çalışmaya mahkûm olduğu şirketler listesi oluşturulmuş.

Söylemek istediğim, Türkiye’nin en gözde üniversitelerinde bile bu saydığım alanların neredeyse kurtarılmış bölgeler olduğu.

Üniversitelerin malum bölümlerindeki akademik kadro, teknoparklar üzerinden örgüte bağlı şirketlerle ortaklık yürüterek para kazanıyor hem de ülkenin iletişim, bilişim ve istihbarat atyapısını tanıma ve gerekirse yönlendirme imkânı elde ediyor.

Evrensel bir karşılığı olan akademik kimlik, doğası gereği pek çok stratejik işlev görürken aynı oranda da kripto kalmaya fırsat veriyor.

Önümüzdeki dönemde, daha çok dış kaynaklı tehditlere ve siber saldırılara dikkat çekiliyor. Milyarlarca liralık teknoloji sektöründe FETÖ/PDY mensuplarının özellikle siber güvenlik alınana yatırım yaptığını dile getiren uzmanlar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası terör örgütüyle irtibatlı firmaların kamu kurumlarına milyonlarca liralık güvenlik ürünü ve hizmeti satmaya çalıştığını kaydediyorlar.

Üniversiteler bu yapı mensuplarından tümüyle arındırılabilir mi, bilmiyoruz.

Mücadele edenler açısından hâlâ en büyük engel, siyasi iradenin geçmişteki rezervleri üzerindeki çekinceler. Bu kaygıları giderecek en yüksek iradenin yani Sayın Cumhurbaşkanımızın FETÖ ile mücadele eden yetki sahiplerini doğrudan bağlayacak kesin ve keskin bir uyarısı daha şüphesiz çok değerli olacaktır…