Belki de; “böyle bir şey mümkün mü?” diyeceksin.
Neden mümkün olmasın ki!
Cennet demek, huzur demek değil midir?
Cennet demek, rahmet demek değil midir?
Cennet demek, bereket demek değil midir?
Cennet demek, meyveler demek değil midir?
Cennet demek, ibadetin karşılığı demek değil midir?
İşte sana ve herkese huzur yuvası; Müslüman bir aile…
İşte sizlere rahmet, bereket dolu İslâmî bir yuva…
İşte sizlere cennet meyveleri evlâtlar…
İşte sizlere ibadetin karşılığı olarak nice hazlar yaşatan Allah’ın emrine uygun bir mekân.
Ey Anneler ve Babalar! Evinizi bir huzur, sükûn, rahmet, bereket yuvası yapmak istemez misiniz? Cennette alacağınız o hazdan bir miktar yaşamak istemez misiniz? O halde gelin, yuvanızı, Allah’ın (c.c.) emrine, Habîbi’nin sünnetine uygun bir hale getirin. İşte size CENNET BAHÇESİ…
“Bu zor mu” diyeceksiniz. Eğer istersek hiç de zor değildir. Kâinatın Efendisi’nin hayatlarından örnek alalım da bir bakalım zor mu yoksa kolay mı?
Evvela eşler birbirlerine saygılı olmalı. Her iki taraf da birbirinin hakkını gözetmeli. Konuşma ve davranışlarında edep ve nezaket sınırlarını aşmamalı. Bazen, belki de çoğu zaman insanlar, dışarıdaki kişilere gösterdiği nezaket, saygı ve sevgi ortamını evindeki eşine göstermiyor. Halbuki, bir ömrü beraberce paylaşan bu insanlar, bütün bu kuralları önce evlerinde uygulamalı değil midir?
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz’in hayatlarına baktığımız zaman O’nun eşlerine karşı gerçekten sevecen, nazik, pek yumuşak ve affedici yaklaşımlarını görürüz. İşte bu güzel huyluluk O’nun, en çok sevilen bir insan olmasını sağlamıştır ki bu durumları zaten çocukluklarından itibaren mevcuttu. Bu sebeple de kavmi arasında en sevilen ve en güvenilen insan olmuşlardı.
Ondaki sevgi ve güzel yaklaşım, çocuklarına da aynı şekildeydi. Özellikle Fatıma Annemizle ilgili haberlerden anladığımıza göre, Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz, kızı Fatıma (r.anha) yanlarına geldiği zaman, onu ayakta karşılar ve alnından öperdi. Bu sevgi ve şefkate Hz. Âişe (r.anha) annemiz hayran kalır ve bunu dile getirirdi.
O halde;
Çocuklarını ve eşini Allah’ın bir emaneti ve kendilerinin imtihan vesilesi olduğunu bilerek hareket eden insanlar, şüphesiz ki yuvalarının cennet olması için gayret ederler. İşte bu gayret içinde, Allah’ın emrettiği şeyleri hayata geçirmek, yasak kıldığı şeylerden de kaçınmak vardır.
Yuvası cennet olan bir ailede beş vakit namaz vaktinde kılınır. Ondan alınan lezzet hemen kendisini hissettirir. Onların namazlarında huşû vardır, neş’e vardır, sevinç vardır. Apayrı bir merasimdir o. Eğer güçleri yetiyorsa evin reisi imam olur, gerisi cemaat. Müezzinleri de yetişmekte olan genç evlât. İşte cennet bahçesi!
Yine bu evde Ramazanlar bir başkadır. Ne iftarına ne de sahuruna doyulur. Evin yavrucağı annesine yalvarır; “ne olur beni de sahura kaldırın anneciğim!” diye…
Eğer bu haneye zekât vermek gibi güzel bir farz da düşüyorsa, “veren el” olmanın apayrı hazzını yaşarlar onlar. Gönüller ve dualar alınır.
Hac ise tarifi imkânsız bir doyuma ulaştırır onları. Gidip gelenler onu anlatmakla bitiremez, dinleyen yavru ve yakınları da gözyaşlarıyla hasretini çekerler.
Vakitleri bereketlidir o yuvadakilerin. Zira televizyon belâsından uzaktırlar. O, bir fare gibi kemirir ya vakitleri. İşte ondan salimdirler. Hele kış akşam ve geceleri, büyük bir kazançtır onlara. İlim vardır, hikmet vardır, ibadet vardır. Okumak ve yaşamaktır onların işleri. Belki bir de yazmak. Haberler mi? O haberleri kaçırmayanlar öyle haberler anlatırlar ki, haberinizin olmaması mümkün değil. Hem radyolar ne güne duruyor?
Evet kardeşlerim!
İslâmî yuvanın güzelliklerini anlatmak ne mümkün! Biz ona yine de, cennet diyelim olmaz mı? Zira cenneti anlatmaya gücümüz yetmez ki!
Gününü gün (!) ederek hayatlarını tüketenler, bu cenneti öylesine özleyeceklerdir ki bir gün.
Âh, onu geri getirmek ne mümkün!
Zira bilecekler ki, cenneti dünyada yaşamadan cennete ulaşılmazmış.
Hani Behlü’l-Dânâ Hazretleri birkaç gün halkın gözünden uzak kalmış da tanıyanları bu meczup veliye sormuşlar:
“Ya Behlül, gözükmüyordun, nerelerdeydin?”
O da; “Cehennemdeydim” demiş.
Gülmüşler ve “Ey Behlül, cehennemdeydin de hani senin yanıkların? Öyle ya cehenneme giden yanar,” diye cevap vermişler. Onların bu sözlerine karşılık bu mübarek zât şu hikmetli sözleri söylemiş:
“Evet, cehennemdeydim ama yanmadım. Zira ateşim yoktu. Çünkü herkes ateşini dünyadan götürürmüş.”
Bu özlü sözlerden anladığımız manâya göre, kişi cennetini de, cehennemini de buradan götürürmüş. Yani yuvası cennet olanın âhiret yuvası da cennet olacak. Ama yuvası cehennem olanın âhireti de cehennem olacaktır. Öyle ya Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz;
“Cennet nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle, cehennem de nefsin hoşuna giden şeylerle çevrilidir,” (Müslim, cennet 1) buyurmuşlar.
Eğer bizler, bizi cennete götürecek güzelliklerle olmuyorsak, sonuç ne fenadır. O halde nefsin ağırına giden o güzellikleri aile yuvamız ve bütün hayatımızda uygulayalım ki, hem evimiz hem de âhiretimiz cennet olsun!
Ne mutlu o zaman bizlere!